YÜZEYDE SANAT KAPSAMINDA FOTOĞRAF ESTETİĞİ Dr.Özand Gönülal
ÖZET
“Estetik nedir?” sorusu bu konuda araştırma yapan birçok
araştırmacı tarafından cevaplanmaya çalışılmıştır. Estetik kelimesi karşılığı
tanımlamanın iki farklı boyutundan söz etmek mümkündür.
a)Nesnel boyutu
b)Teori boyutu
Estetiği nesnel boyutu ile betimlemek doğrudan nesnenin
nesnel özelliğiyle ilişkilidir ve bu özellikleri belirleyen ve nesneyi
oluşturan unsurların uyumu olarak tanımlanabilir.
Teori boyutu ise, doğrudan sanat felsefesi ile
ilişkilendirilerek, felsefenin bir kolu olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda
estetik sözcüğü bir terim olarak 18.yüzyıl ortalarından itibaren Baumgarten
tarafından yayınlanan Aesthetica adlı kitabı ile kullanılmaya başlamıştır.
Baumgarten anlam içeriklerinin duyusal bir biçimde iletildiği somut bir bilgi
alanını belirtmek için estetik sözcüğünü kullanmıştır. Kant ise, estetiği
insanda bir şeyin güzel olduğu duygusunu uyandıranın ne olduğunu belirlemeye
çalışan bir felsefi bir teori olarak tanımlamıştır.
Sanata ilişkin yaratma süreçleri sonrasında ortaya çıkan
nesnelerden biri olan fotoğraf, şartlanmışlıklardan kaynaklanan doğa gerçeği
yerine, gördüğü doğa gerçeğini yansıtmaktadır.Yüzeyde gerçekleştirilen
uygulamalar resim ve fotoğraf olarak ikiye ayrılmaktadır.Bu ayrım teknik
farklılıkların ötesinde, doğaya ilişkin renk ve biçimi kullanmada sergilenen
farklı yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Her iki uygulamanın sonunda ortaya çıkan
nesneyi oluşturan unsurlar renk ve biçimdir.
Dolayısıyla nesneyi oluşturan unsurların birbirine uyumundan
kaynaklanan estetik değerler, resim ve fotoğrafta aynı parametreler
çerçevesinde ele alınmaktadır. Ancak uzun yıllar estetiği olmayan bir uygulama
alanı olarak kabul edilen fotoğrafla ilgili ilk sanatsal kaygı 1925 yılında
Moholy Nagy’nin yaklaşımlarıyla ortaya çıkmıştır. Böylece fotoğraf salt teknik
bir süreç olarak algılanmaktan kurtulmuş ve yaratma süreçlerinin bir başka
uygulama alanı olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Estetik,Sanat,Fotoğraf
Bu çalışma içerisinde fotoğraf adı verilen nesnenin, yüzeyde
sanat kapsamında ele alınmasının gerekliliğini vurgulamanın yanında, sahip
olduğu estetik değerlerin yüzeyde sanata ilişkin diğer nesnelerin estetik
değerleri ile ilişkilendirilmesi de amaçlanmıştır.
İnsan varlığının sanata ilişkin yaratma süreçleri sonrasında
yüksek benliğini bir başka boyutta var etmesiyle ortaya çıkan sanat nesnesi,
varoluş boyutuna göre sınıflandırılmaktadır. Bu varoluş boyutları arasında
hacim, ses, söz ve mim’in dışında yüzey de yer almaktadır. Yüzeyde gerçekleşen
var etme süreci sonrasında ortaya çıkan nesneler genel olarak resim ya da
fotoğraf olarak adlandırılmaktadır.
Resim ile fotoğraf arasındaki en temel fark; resim yapmak
için resim yapanın bakılması gereken herhangi bir nesneye
gereksinim duymamasına rağmen, fotoğraf çekebilmek için fotoğraf çekenin
objektifin önünde nesneye gereksinim duyulmasıdır. Yani fotoğrafçının
objektifinin önünde mutlaka bir nesneye ihtiyaç duyulurken, ressamın nesne
ilişkisi onun tercihine göre biçimlenmektedir.
Bilindiği gibi sanat nesnesi ontolojik olarak reel ve irreel
olmak üzere iki katmandan oluşmaktadır. Reel boyut tamamen nesnel gerçekliği
ifade ederken, irreel boyut ise reel
boyutta varoluşların nesnel gerçeklik ötesinde anlamlandırılmasıdır.
(İ.Tunalı,1984,s.130-131) Daha doğrusu biçimin ulaşmak istediği negatif
boyuttur. (V.I.Stoıchıta, s.196)
Resim ve fotoğraf sahip oldukları benzer özellikler
nedeniyle yüzeyde sanat kapsamında ele alınmaktadır. Ayrıca resim ve fotoğrafın
ortaya çıkışlarında var olan gerçeğe ulaşma amacı iki uygulamanın benzerliğini
ortaya koymaktadır. Resmin ilk ortaya çıkışında varolan nedenlerden biri doğa
gerçekliğini birebir yansıtma fikridir. Bu hedef gerçeklik arayışı
doğrultusunda empresyonizm sürecine kadar ulaşmıştır. Mağara resimlerinde
başlayan gerçek arayışı, dinsel etkilerin altında ritüel hizmetkarlığından
Rönesans’ın başlamasıyla kurtularak, doğa gerçeğini yaratmaya yönelik bir tavra
bürünmüştür.
Farklı gerçeklik tanımlarıyla sergilenen sanata ilişkin
yaratma süreçleri empresyonizm sonrasında daha özgür bir tavırla sanatsal
nitelikleri tam anlamıyla sergilemeye başlamıştır. Çünkü empresyonizm sonuna
kadar gerçeklik tanımlarının ortaya koyduğu sınırlarla yaratma süreçleri
gerçekleşmiştir. Bu gerçeklik dürtüsü, 16.yy başlarında ressamların camera
obscura’yı kullanmalarına neden olmuştur. Ressamlar gerçek görüntülerin en
doğru çizimlerini yapabilmek için camera obscura’yı kullanmışlardır. Bu araç
daha sonraki süreçle kimyasal bir yüzeyde görüntünün elde edilmesinde
kullanılmasıyla resim ile fotoğraf arasındaki nesnel ilişkinin kurulmasını
sağlamıştır. Bu ilişki öncelikle resim ve fotografik görüntü arasında
gerçekleşmiştir.
Fotoğraf, bir yandan insanların gerçek dışı bir geçmişin
hayalini kurmalarını sağlarken, diğer yandan güvensiz bir boşluğa sahip
olmalarını sağlamaktadır. (S.Sontag,2005,s.25) Fotoğraf nesnel gerçekliği
yüzeyde oluşturmaya çalışan , ancak oluşturduğunun gerçek olmadığı bir
yanılsamadır. Fotoğraf makinesi gerçekliği duyarlı bir yüzeyde opak hale
getirir. (S.Sontag,2005,s.39) Ardındaki her şey ona bakanın çıkarımı ve
fantezileridir.
Romantizmin sonuna kadar mimetik bir yaklaşım ortaya koyan
resim, romantizm sonrasında yüzeyi temel boyut olarak algılamaya başlamış ve
resim adı verilen nesnenin yüzeyde var olduğunu fark etmeye başlamıştır. Bu
fark ediş yüzey unsurları olan biçim ve lekeleri doğa gerçeklikleriyle
özdeşleştirmekten uzaklaşmaya başlamıştır.
20.yy başlarından itibaren Kandinsky ile başlayan
(J.Berger,2007,s.23) ve Amerika kıtasında Jackson Pollok ve arkadaşlarıyla
devam eden anlayışta, doğa gerçekliğinden uzak ve soyutlama olmayan tam tersine
soyut olan eserleri, resim adı verilen nesnenin yüzeyde var edildiğini açıkça
ortaya koyan bir yaklaşım ortaya çıkmıştır
Fotoğrafın kökeninde yüzeyde var etme bilinci teknik bir
gereklilik olarak bulunmasına karşın,
başlangıçta resimle özdeşleştirme çabası, resim tekniği ile yapılanı fotoğraf
tekniği ile yapmaya yönlendirmiştir. Ancak Man Ray, Moholy-Nogy gibi
fotoğrafçılar, fotoğrafta non-figüratife yönelerek fark yaratmaya
çalışmışlardır.
Bu noktada yüzeyde sanat bağlamında resimle fotoğrafın
ilişkilerini vurgulamak için biraz daha geriye dönmek gerekmektedir. Roma
İmparatorluğunun sahip olduğu sosyo-ekonomik yapı ve buna bağlı olarak gelişen
idari biçimlenme sonrasında ortaya çıkan toplumsal sınıflanma özellikle
portreyi bir gereksinim haline getirmiştir. Buna bağlı olarak gelişen büst
yapımı, büstü yapılanın birebir benzerliğini ortaya koyma çabasını
gerektirmiştir. Buna benzer bir süreç, 18.yy.’ın ikinci yarısından itibaren
Avrupa’da orta sınıfın gerçekleştirdiği sıçrama sonrasında ortaya çıkan burjuva
sınıfı ile birlikte yeniden yaşanmaya başlamıştır. (G.Freund,2008, s.11)
Bununla birlikte başlayan portre modası ressamın birebir gerçeği yansıtma
gerekliliğini de ortaya koymuştur. Başlangıçta minyatür resimler olarak yapılan
portreler yerini hızla yapılabilen siluetlere bırakmıştır. Siluetin icadı, 1786
yılında Gilles-Louis Chretien’in yarattığı “fizyonotras” adı verilen yeni bir
tekniğin doğmasını sağlamıştır. (G.Freund,2008,, s.15) Fizyonotras, bilinen
pantograf ilkesiyle çalışarak tüm estetik değerlerden uzak modelin kopyasını
çıkartıyordu. 1839 yılında kullanıma başlanan fotoğraf hızla portre ihtiyacını
karşılamaya yönelen bir uygulama olarak kendini göstermiştir. Bu açıdan
baktığımızda fizyonotras ile fotoğraf ideolojik olarak birbirleriyle ilişkili
tekniklerdir. (G. Freund,2008,s.19) Bu aşamada fotoğraf ve resim bir çeşit
mücadele içine girmişlerdir. Bir devlet
yöneticisinin yapılan portresinde klasik malzemeler ve duruş
biçimi vardı ve bu modeli herhangi bir sıkıntıya sokmadan ressam tarafından kolaylıkla yapılıyordu.
Fotoğrafta da bu yapılmaya çalışılıyor ancak uzun pozlama gerekliliği modeli
önemli derecede sıkıntıya sokuyordu. Bu rağmen fotoğraf yine de dönemin
vazgeçilmezi olmuştur. (G.Freund,2008,, s.63)
Şu ana kadar anlatılanlardan anlaşılacağı gibi Avrupa’da var
olan gelişme süreci endüstrileşmeyi başlatmıştır. Ardından gelen fizik ve kimya
alanındaki gelişmeler ışığa duyarlı maddelerin bulunmasını sağlamış, daha
önceden bilinen camera obscura ile birleştirilen teknik ile fotografi tekniği
bulunarak “fotoğraf” adı verilen nesnenin ortaya çıkması sağlanmıştır.
17. ve 18.yy Avrupa’sında gözleme dayalı bilimlerin gelişmesi
“camera obscura”nında önemini arttırmıştır. Bunun nedeni ise “doğal görmeye” tam anlamıyla
nesnel bir eş değer anlayışıdır. Bu arayışın öncülü Rönesans döneminde doğrusal
(merkezi) perspektifin bulunuşudur. (J.Crary,2004 s 39)
Fotoğrafın icadının hemen arkasından doğa gerçeğine bağlılık
ortaya çıkamamıştır. Pozlama süresinin uzunluğu ve diğer teknik sorunlar, bu
amacın gerçekleşmesini bir süre geciktirmiştir. Kısa bir süre sonra aşılan
teknik sorunlarla birlikte fotoğraf;
doğa gerçekliğinin yüzeyde var edilmesine ilişkin resim anlayışının bu
yaklaşımı fotografik tekniklerle üretilmeye çalışılmıştır.(M.Çakmakçı,2007,
s.4)
Fotoğrafın ortaya çıkışındaki doğal gözlemine olan
bağlılığı, Man Ray tarafından yüzey düşüncesinden hareketle gerçekleştirilen
uygulamalarla birlikte kopmaya başlamıştır. Böylece art imge ile öznel görmenin
zamansallığı 19.yy’da çok daha geniş çaplı epistomolojik meseleler içinde yer
almaktadır. (J.Crary,2004, s.11) Bu
durum fotoğrafı olağan bir teknik sürecin sonrasında ortaya çıkan bir nesne
olmaktan kurtararak, algı ve kavrama ilişkin değeri ortaya koyan bir nesne
olarak felsefi boyut kazanmasına neden olmuştur.
Fotoğraf makinası resmetmeyi insanın elinden kurtarmıştır.
Fotoğraf makinası bulunana kadar yüzey üzerine resim yapma insan elinin
ürünüydü. Fotoğraf makinası, eliyle resim yapan kişinin alternatifi olmuştur.
(L.Kılıç,2008, s.103) Fotoğraf makinası ortaya çıkana kadar camera obscura,
eliyle resim yapan bazı ressamların yardımcısı olmuştur. Işık ve mercek yardımı
ile elde edilen görüntünün insan eliyle doğrudan yüzey üzerine resmedilmesi
yönünde Giovanni Canale (1697-1769), Jan Vermeer (1632-1675), Joshua Reynolds
(1723-1792) ve Paul Sandby (1725-1809) önemli eserler ortaya koymuşlardır.
(J.Crary,2004,s.103) Talbot Doğanın Kalemi (1844-1846, The Pencil of Nature)
adlı kitabının giriş açıklamasında “Işığa duyarlı levha üzerindeki resim,
sanatçıya ait bir kalemin katkısı olmadan sadece ışık yoluyla yaratılmıştır”
demiştir. (J.Crary,2004,s.104)
Dolayısıyla sanata ilişkin yaratma süreçlerinde var etme boyutu olan
yüzey için araç olarak kullanılan kalem yerine, asıl unsur olan ışığı
kullanarak resmetme olayını başarabilen fotoğraf makinası geçmiştir.
Karanlık bir
ortamda yakılan fenerin ışığı belli bir açıda yol alır ve aldığı yol boyunca
temas ettiği nesneleri aydınlatarak görünür kılar. Fotoğraf makinası da sahip
olduğu objektifin özelliğine bağlı olarak belli bir açıda etrafına bakar.
Dolayısıyla hangi yöne döndürülürse o yönde bulunan nesneleri görür. Fotoğraf
makinasının gördüğü nesnelerden gelen ışık Talbot’un dediği gibi yüzeyde
resmetmek için gerekli kalemin yerine geçmektedir. Yüzeyde sanata ilişkin
yaratma süreçlerine ilişkin iki farklı uygulama olan resim ile fotoğraf
arasındaki en büyük fark, resim yapabilmek için nesneye ihtiyaç duyulmamasına
karşın, fotoğraf için fotoğraf makinasının önünde mutlak bir nesneye ihtiyaç
duyulmasıdır.
Fotoğraf ortaya çıktığı andan itibaren resime koşut bir
uygulama alanı olarak uzun süre varlığını sürdürmüştür. Bir anlamda yüzeyde
resmetme uygulamasına ilişkin birbirine rakip uygulamalar olarak görülmektedir.
Fotoğraf tarihine ilişkin yapılan incelemelerde fotoğrafın ortaya çıkmasıyla
elini kullanarak resim yapanlar belirgin bir kaygı yaşamışlar hatta bu kaygı
işlerinin azalmasıyla gerçek bir sonuca dönüşmüştür. Bu durum sürekli olarak
fotoğraf ile resim arasındaki fark yada benzerliğin irdelenmesine neden
olmuştur. Bu irdelemeyi; Fox Talbot, Walter Benjamin ve Charles-Pierre
Baudelaire’nin yayınlarında açıkça görmek mümkündür.
Benjamin’e göre fotoğraf insan eliyle boyanmış resimlerde
olmayan büyülü bir etki yaratacaktır. Fotoğraf ve resmi birbirinden ayıran iki
temel özellik bulunmaktadır. Bunlardan biri fotoğrafın çoğaltılabilmesidir
halbuki resimde biriciklik en önemli özelliktir. İkincisi ise “an” a bağlı
zamansal farklılıktır. Fotoğraf makinası anı resmetmektedir. Resim yapan bir
ressam ise bir süreci yaşadıktan sonra kendi algısını tuvalin üzerine
aktarmaktadır. Fotoğraf makinası anı resmederken aynı zamanda geçmişi
oluşturmaktadır. Resim ise öncesini, anı ve geleceği ortak bir süzgeçten
geçirdikten sonra ressamın var etmesiyle ortaya çıkmaktadır. (L.Kılıç,2008,
s.110-111) Fotoğraf makinası bir şeyi resmederken kullandığı mekanik teknik ve
görsel, estetik ögeler mekan içinde yer alan nesnenin mekanla olan ilişkisi,
diğer nesnelerle olan ilişkisi ile sahip olduğu renk, biçim ve ton değerleriyle
ilişkilidir. (L.Kılıç,2008, s.110)
Geleneksel resmetme
teknikleriyle yüzey üzerine aktarılan şeyler, resmedilen şeye benzemesine
rağmen daha çok resmedenin bir yorumu şeklinde yüzey üzerinde görülür. Oysa
fotoğrafın optik yoluyla yüzey üzerine kaydettiği şeyler ise nesnelerin ve
olayların neredeyse kendisidir. (L.Kılıç,2008, s.132) Dolayısıyla nesne
fotoğraf için vazgeçilmez bir gerekliliktir.Fotoğrafçı estetik değerlerini
var olandan hareketle ortaya koymaya çalışmaktadır.Bu durum fotoğrafçıyı
sınırlayan bir durum olarak algılansa da asıl olan var olan değil var olanın
nasıl algılanarak deklanşöre basıldığıdır. Sanat yapıtı varlığın varoluşunu
açar. Böylece gerçeği ortaya koyar, bu gerçek var olanla ilişkiye giren
fotoğrafçının süzgecinden sonra var edilendir.( R.Bodei,2008, s.61).Böylece
var olandan haraket ederek yaşanan
var etme süreci sonrasında gerçekleşen suje ve obje arasındaki
transfüzyondur. (M.Karagöz,2009,s.147) Estetik değerler çerçevesinde ele alınan
bir fotoğrafta nesneyi oluşturan unsurların birbirine olan uyumu nasıl
sorgulanıyorsa, resim için de aynı şekilde sorgulanmalıdır. Çünkü resmi
oluşturan temel unsurlardan leke ve biçim fotoğraf için de vardır. Işık resimde
yaratılırken fotoğraf var olan ışığı aktararak kompozisyonel bir unsur haline
getirilmektedir. Kompozisyonda lekelerin dengesi nasıl sağlanıyorsa fotoğrafta
da benzer şekilde sağlanmaktadır. Eğri biçimlerle sivri biçimlerin yada
doğruların birbirleriyle ilişkisi benzer şekilde oluşturulmaktadır.
Anlaşılacağı üzere nesnel estetik çerçevesinde gerçekleştirilen analizin temel materyalleri
her iki uygulamada da aynıdır. Bunun nedeni fotoğraf ve resmin oluşum süreçleri
farklı olsa da her ikisinin de yüzeyde sanat uygulaması olmalarıdır. Bu
bağlamda fotoğraf ve resmin insan varlığı ile gerçekleşen ilişkisi sonrasında
ortaya çıkan yargının “güzel” ile ifade edilmesi aynı kaynağa dayalıdır. Sonuç
olarak, yağlıboya,suluboya,serigrafi,litografi,gravür ve buna benzer
tekniklerle oluşturlan resim ile fotografi tekniği ile oluşturulan fotoğraf “yüzeyde sanat” kapsamında değerlendirilmesi
gereken var olanlardır. Estetik değerler çerçevesinde insan varlığıyla olan
ilişkisi benzer şekillerde gerçekleşmektedir.
KAYNAKÇA
Rudolf
Arnheim, , (Çev.Rahmi Öğdül),Görsel Düşünme,İstanbul 2009
Terry Barrett,
, (Çev.Yeşim Harcanoğlu),Fotoğrafı Eleştirmek, İstanbul 2009
John Berger,
(Çev.Bige Berger),Sanat ve Devrim,İstanbul 2007
John
Berger,(Çev.Yurdanur Salman),Görme Biçimleri,İstanbul 2009
Remo Bodei,
(Çev.Durdu Kundakçı),Güzelin Biçimleri, Ankara 2008
Nejat
Bozkurt, Felsefeyle Yaşamak,İstanbul 2010
Nejat
Bozkurt,Sanat ve Estetik Kuramları,İstanbul 1995
Susan
Buck-Morss, , (Çev.Ferit Burak Aydar),Görmenin Diyalektiği
Jonathan
Crary, (Çev.Elif Daldeniz),Gözlemcinin Teknikleri, İstanbul 2004
Levend
Çalık, Fotoğraf ve Sinema’nın Toplumsal Tarihi,Ankara 2008
Mavi
Çakmakçı, Fotoğrafın İcadının Resim Sanatına Olan Etkileri ve Fotogerçeklik, ,
Eskişehir 2007
Mehmet
H.Doğan, Estetik,İzmir 2001
Maurizio
Ferraris, , (Çev.Fırat Genç),İmgelem, Ankara 2008
Gisele
Freund, , (Çev.Şule Demirkol),Fotoğraf ve Toplum, İstanbul 2008
Moritz
Geiger, (Çev.Tomris Mengüşoğlu) Estetik Anlayış,İstanbul 1985
Claude
Gıntz, , (Çev.Muna Cedden),Başka Yerde ve Başka Biçimde,Ankara 2010 Nazan
İpşiroğlu,Görsel Sanatlarda Alımlama ve Sanatlararası Etkileşim,İstanbul 2010
M.Kagan,
(Çev.Aziz Çalışlar),,Estetik ve Sanat Dersleri, Ankara 1993
Murat
Karagöz,Fotoğraf Neyi Anlatır, İstanbul 2009
Francette
Pacteau, , (Çev.Banu Erol),Güzellik Semptomu, İstanbul 2005
Mario
Pezzella, , (Çev.Fisun Demir),Sinemada Estetik, Ankara 2006
Susan
Sontag, (Çev.Osman Akınhay), Fotoğraf Üzerine,İstanbul 2005
Victor
I.Stoıchıta, (Çev.Bilge Aydın), Gölgenin Kısa Tarihi, Ankara 2006
İsmail
Tunalı, Estetik,İstanbul,1984
Adnan
Turani, Modern Resim – Sanatın Gerçek Çehresi, Ankara 1960
Avner Ziss, (Yakup Şahan),Estetik, İstanbul
2009
https://youtu.be/JiYYKegBZTY
Yorumlar
Yorum Gönder