Mimesis Dr.Özand Gönülal
Mimesis
Mimesis, sanata ilişkin ayaratma süreçleri sonunda yüzeyde
sanat çerçevesinde doğaya ait bir nesnenin üç boyutlu olarak algılanacak
şekilde yapılmasının temelinde yatan anlayışı açıklayan bir kavramdır. Bu
kavram 20.yüzyılın başlarına kadar yüzeyde sanat çerçevesinde üretilen
nesnelerde temel tavrın kaynağını bulduğu natüralist anlayışın gerektirdiği
şekilde doğanın doğanın araştırılmasına ve sorgulanmasına ilişkin süreçleri ve
bu süreçlerdeki değişimi açıklamaktadır.
Bu açıklama dört farklı kaynaktan hareketle
gerçekleşmektedir.
1-Palton mimesisi
2-Aristo Mimesisi
3-Rönesans Mimesisi
4-Toplumsal Gerçekçi Mimesis
Platon’a göre, mimesis kuramı yansıtmayı ifade etmektedir.
Birinci basamakta tanrı vardır. Tanrı evrendeki varlıkları yaratmıştır. Bunlar
idealler olarak tanımlanır ve her biri tanrının yansımasıdır. Dolayısıyla
sanatçı gördüğü gerçeği eserlerinde yansıtmaktadır. Bu gerçek, Platon’un mağara
benzetmesi ile açıklanabilmektedir. Bu benzetmeye göre bir mağaranın içinde
yüzü duvara dönük insanları düşünelim. Bu insanlar mağara girişinde süzülen
ışığın duvardaki yansımalarını gerçek sanırlar. İşte sanatçılar eserlerinde
mağara duvarındaki gerçeği yansıtmaktadırlar. Dolayısıyla sanatçının eserinde
ortaya koyduğu, yansımanın yansımasıdır.
Aristo’da ise mimesis kuramı takliti ifade etmektedir.
Aristo’da tanrı kavramı bir mutlaktır. Evren bir organizmadır ve kendi oluşum
sürecini gerçekleştirir. Ancak bu oluşumu başlatan mutlak olarak nitelendirilen
tanrı’dır.
Aristo’nun Poetika adlı kitabında, tüm sanat türlerinin bir
taklit olduğu belirtilmektedir. Arsito’ya göre şairde, ressamda bir taklit
edici, bir tasvircidir. Ancak aynen kopya etmek geçerli değildir. Sanatçı
anlatmak istediklerini seçer ve bunları yeni bir kurguya sokarak aktarır.
Dolayısyla sanata ilişkin yaratma süreçleri sonunda ortaya çıkan bir olay
değil, bir taklittir. Orada sanatçının kurguladığı bir öykü vardır. Kurgulanan
bu öyküde sanatçının sergilediği bir mantık dizisi egemendir. Ancak bu mantık
statik ve doğruları öngören bir mantık değil, sanata ilişkin üst dil düzeyinde
kurgulanmış bir mantıktır.
Rönesans, ortaçağda skolastik felsefe egemenliğinde
biçimlenmiş din anlayışının insan varlığını değersizleştiren yaşamı dayatmasına
karşın bir tepki olarak ortaya çıkan ve hümanist felsefenin temellendirdiği
yeniden doğuşun ifadesidir. Ortaçağ boyunca skolastik felsefe dolayısıyla kişileştirilmeyen
ve değer olduğunu ortaya koyan farklılıkların yok edilmesi dolayısıyla insanın
varlıksal özgürlüğünü yeniden kazanmaya başladığı dönemdir.
Rönesans üslubunun temelinde doğaya ilişkin gerçekliğin
sorgulanması yatmaktadır. Bu sorgulama insan varlığından başlayarak diğer doğa
unsurlarına yayılmıştır. İnsan doğası, doğumu, yaşamı, ölümü, sevgisi, korkusu,
acısı gibi kavramlar sanatçıların sorguladığı temel sorunlar olmuştur. Bu
soruların karşılığı içinde sanatçılarında olduğu çeşitli bilimsel çalışmalarla
bulunmaya çalışılmıştır. Bu bilimsel çalışmaların temel amacı doğa gerçeğini
yakalamak ve yaratma süreçleri sonrasında eserlerinde yansıtmaktadır. Leonardo
do Vinci’nin eskizlerini göz önünde bulundurduğumuzda, metomorfojik
yaklaşımlarla ,hayvanlar insanların duygusal boyutlarını, vücut diline
yansımaları arasındaki geçişleri doğa gerçekliğini sorgular şekilde çizdiğini
görebiliriz. Rönesans resimlerinde kullanılan ışık doğaya ait unsurları tüm
gerçekliği ile gözler önüne sermek için her açıdan verilecek şekilde
planlanmıştır.
Dolayısıyla Rönesans anlayışı çerçevesinde mimesis kuramı,
doğa gerçeğini ifade etmektedir. Bu gerçek doğaya ve insan varlığına bağlılığı
da ortaya koymaktadır. Böylece Rönesans gerçekliği nesnel gerçekliliktir.
Dördüncü mimesis kuramı ise toplumsal bir ifadeyi ortaya
koyar. Bu anlayışa göre sanata ilişkin yaratma süreçleri sonrasında ortaya çıkan
eserlerle sosyal gerçekliğin yansıtılması gerekmektedir. Bu anlayış
çerçevesinde “sanat, sanat içindir” kaygısına yer verilmez. Bu kurama göre,
sanatsal yaratma süreçleri içindeki yaşantıları belirleyen ekonomik yapı, her
dönemin sosyo-ekonomik şartları, üslupları ve biçimleri belirlemektedir.
Toplumsal gerçekçi mimesis kuramı, topluma ilişkin değerlerin birebir
yansıtılmasının dışında eleştirel yaklaşımları da ortaya koymaktadır. Romantizm
akımının örneklerinde toplumun sınıfsal çatışmalarını, bir yandan yaşanan
ezilmişlikleri anlatarak aktarırken, diğer yandan da aristokrasinin intişamı
sergilenerek eleştirel bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Marksizm
ise sanatın toplumsal gerçekliği yansıtması adına araç olarak kullanılması
gerekliliğini savunmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder