SANAT SINIFLAMASI VE TOPLUMSAL ÇEVRE ÜZERİNDEKİ ETKİSİ CLASİFİCATİON OF ART AND THE EFFECT ON SOCIAL ENVİRONMENT Dr.Özand Gönülal
ÖZET
Sanat ile
toplum arasındaki ilişkinin doğru biçimde gerçekleşmesinin temelinde, sanat
olgusunun doğru tanınması yatmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesinin yolu ise
doğru sanat sınıflamasının yapılmasıdır.
İnsanlık
tarihi ile yaşıt olduğu söylenen sanatın sorgulanmaya başlaması, günümüzden
2500 yıl öncesine dayanmaktadır.Bilgi teorisinin yöntemleri ile
gerçekleştirilen kategorik yaklaşımlar sanat olgusun içerisine “gelişme”
ifadesini de sokmuştur. Sürekliliğin, gelişmeyi içeren bir sonucu ortaya
çıkarmasını bekleyen bilim için “gelişme” ifadesi doğaldır. Sanat ise görme,
sezme ve yaratma şeklinde gerçekleşmektedir. Bu çerçevede, bilimsel disiplin
içinde kavranılan şey genel, sanatta ise kavranılan tamamen özel ve bireyseldir
Sınıflandırma,
sanatın kendisi ile değil, varoluş boyutu ile ilgilidir. Sanatın tanımı
içerisindeki varoluş ifadesi, varetmeyi içermektedir. Varetme; devingen süreç
içerisindeki insan ile ilişkilidir. İnsan bu süreç içinde yüksek benliğini
varetmek amacıyla farklı yollar izlemektedir. Sınıflandırılması gereken Var
Etme Yolları’dır. Bilgi teorisi çerçevesinde
bir sınıflandırma ancak şöyle yapılabilir; (1) yüzeyde var etme, (2)
hacimle var etme, (3) sesle var etme, (4) sözle var etme ve (5) bedenle var
etme.
Anahtar Sözcükler: Sanat,
Sınıflama, Varetme, Yüksek Benlik, Toplum.
SUMMARY
We should accept that, since
the ancient times there have been a big effort to understand and describe what
the art is. But since Platon and Aristo, in spite of the changes in art in 2500
years period of time, it is a very big problem to continue on being
conservative on using the same classifying method of the ancient times. This
conservative mood should be left behind whish causes to evaluate and understand
the crafts as an art matter and makes a bad effect on the general estethical
values of the society.
Especially the dominance of the
degenerate culture in today’s Turkey is showing the necessity of building the
definition and classification of the art again.
Starting from this necessity, it’s
been thought to descibe and classify the art matter as follows: Art is the
existence of the high personality in another dimension. This existence happens
in a period of time and by the help of an object. Art classification is; 1. To
create on surface, 2. To create by using the volume (three dimensions), 3. To
create by using the sounds, 4. To create by using the words, 5. To create by using
the body.
Key Words : Art, To Create,
Clasification, Social, Environment.
Bu çalışma kapsamında, sanatın tanımlanması ve sanatın toplum ile olan
ilişkisinin tartışılması, amaçlanmamıştır. Bu konu sanat sosyolojisi
çerçevesinde bir çok kez değişik platformlarda tartışılmış ve bir çok yayınla
ortaya konmuştur. “Sanat sanat içindir” ya da “sanat toplum içindir”
düşünceleri üzerine uzun yıllar önemli tartışmalar yapılmıştır.
Ancak, tüm bu tartışmalar yapılırken, diğer yandan “sanat sınıflaması”
konusunda da önemli düşünceler ortaya çıkmıştır. Sanat ile toplum arasındaki
ilişkinin doğru bir biçimde gerçekleşmesinin temelinde, doğru bir sanat
sınıflaması yatmaktadır. Çünkü doğru bir biçimde yapılan sınıflamalar, sanatın
toplum tarafından doğru tanınmasını ve toplumun sanattan gerektiği gibi
yararlanmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla, bu makale çerçevesinde öncelikle bu
güne kadar yapılmış sanat sınıflamaları ve toplumun sanatla olan ilişkisinde
yanlış sınıflamalar nedeniyle doğacak sorunların neler olabileceği, doğru
sınıflamanın nasıl yapılması gerektiği tartışılacak ve örnek bir sınıflama
ortaya konulacaktır.
Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olarak sanatın, insanlıkla
yaşıt olduğu söylenmektedir. Ancak sanatın bir olgu olarak farkına varılması,
tanımlama ve tanıma süreci ise Platon ile birlikte yaklaşık 2500 yıl öncesine
dayanmaktadır. Platon’ dan itibaren birçok kültürden farklı disiplin ve
kesimlerden sanatın tanımlaması ve sınıflandırılması konusunda birçok düşünce
üretilmiştir.
Bu doğrultuda yapılan kategorik yaklaşımların temelini, bilgi teorisi
yöntemleri oluşturmaktadır. Antik dönemden itibaren bilgi teorisinin yöntemleri
ile gerçekleştirilen sanatı anlama ve tanıma çabaları bilimsel tavra ait olan
“gelişme” ifadesinin sanat için kullanılmasına neden olmuştur. Sürekliliğin,
gelişmeyi içeren bir sonucu ortaya çıkarmasını bekleyen bilim için “gelişme”
ifadesi doğaldır. Çünkü bilim içinde, insan ile nesne arasındaki ilişki ve
süreç; algı, gözlem, deneme ve sınama olarak gerçekleşirken; Sanat içinde
görme, sezme ve yaratma şeklinde gerçekleşmektedir.[1]
Bu çerçevede, bilimsel disiplin içinde kavranılan şey genel, sanatta ise
kavranılan tamamen özel ve bireyseldir.
Sanatın tanımlanması ve
sınıflandırılması sorunu; ne sanatın ne de sanatçının sorunudur. Bu sorun,
Platon’dan bu yana tarihsel süreç içerisinde gelişen, felsefe, sosyoloji,
psikoloji ve sanat tarihi gibi bilimlerin kendi disiplinleri çerçevesinde
ortaya koydukları bir sorun olmuştur.
Sanatı inceleyen bilimlerin her biri, sanatın unsurlarından, yani
sanatçı, sanat eseri ya da alıcıdan birini seçerek incelemişlerdir. Örneğin,
sanatçı psikoloji biliminin, sanat eseri sanat tarihi ve felsefenin, alıcı ise
sosyoloji biliminin incelemek üzere seçtiği sanata ilişkin unsurlardır.
Ancak bu bilimsel disiplinlerin, incelemek üzere seçtikleri sanata
ilişkin unsurlardan hareketle sanatı tanımlamaya çalışmalarına karşın, ortak
bir tanımda buluşamadıkları görülmektedir. Bunun nedeni, her disiplinin kendi
bakış açısından bir tanımlamayı ortaya koymasıdır. Dolayısıyla, sanatın
tanımlanmasında ortaya çıkan bu karışıklık sanat sınıflaması ile ilgili
sorunlar yarattığı gibi, sanatı doğru tanımaya ihtiyaçları olan toplum
bireyleri üzerinde de olumsuz etkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu
aşamada, sanatın tanımlanması görevinin; sanatı inceleyen farklı bilimsel
disiplinler yerine, bu disiplinlerin incelemeleri sonrasında ortaya koyduğu
verileri senteze ulaştıran yöntemleri geliştirebilecek ve bu sentez
çerçevesinde sanatın tanımlamasını yapabilecek; ortak bir disipline verilmesi
gerektiği düşünülmektedir. Bu disiplin
Sanat Teorisi olmalıdır.
Henüz yeterince farkedilmeyen Sanat Teorisi dünyada ve Türkiye’de yeni
yeni yerine oturmaktadır. Ancak, bu güne kadar yukarıda sözünü ettiğimiz
bilimsel disiplinlerin, anlayışları çerçevesinde farklı yaklaşımlar
sergilemeleri nedeniyle sanat tanımlarında olduğu gibi sanat sınıflamalarında
da çeşitlilik yaşanmaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde sanat sınıflaması konusunda ilk adım Antik
dönemde Aristoteles (İ.Ö 384–İ. Ö. 327) tarafından atılmıştır.[2]
Aristotales, mimesis kuramı çerçevesinde taklit aracı olarak sanatı:
a) figüratif sanatlar (renk, çizgi, figür)
b) müzik (armoni, ritm, söz sanatları)
c) dans (ritmik hareket sanatı); olmak üzere üçe ayırmaktadır.
Antik dönemde ortaya çıkan bu
sanat sınıflamasının temel amacı, insan tarafından yapılanı doğal olandan
ayırmaktır. Ancak yarar amacı taşıyan nesneler ile hiç bir şekilde çıkar
gözetmeksizin yalnızca hoşlanmak amacıyla seyredilmek üzere üretilen nesneleri
birbirinden ayırmak için rönesans döneminde başlayan çaba, 18. Yüzyılda “güzel
sanatlar” ifadesi ile temel bir ayrıma ulaşmıştır.[3]
Burada ortaya konulan çaba antik dönemden farklı olarak, sanat ile zanaat
ifadesinin karşılığı olan uygulamaları ve bu uygulamalar sonrasında ortaya
çıkacak nesneleri birbirinden ayırmaktır. Bu bağlamda Kant ve Hegel sanat adına
yaşanacak sürecin temelinde özgürlük
bulunduğunu vurgulamaktadır.
Buradan da anlaşılacağı gibi sanat, özgürlüğü kısıtlayacak hiç bir sınırı
kabul edemez. Önceden belirlenmiş herhangi bir işlev yada amaç, sanatsal süreç
içerisinde üretilen sanat nesnesi açısından baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla
baskı altında yaşanan süreci sanat olarak adlandıramayız.
Bu anlayış çerçevesinde sanatı şöyle tanımlayabiliriz: “Sanat, insanın
yüksek benliğinin devingen bir süreç sonrasında bir başka boyutta varolmasıdır.
Bu varoluşun göstergesi sanat nesnesidir.”
Böyle bir tanımdan sonra, Nilgün Kırcıoğlu’nun “sanat yalnızca yapılır.
O, ancak yapıldıktan sonra bir şeydir” [4]
saptamasını dikkatle ele almak gerekmektedir.
Buna göre sanat; nesnesi olduğu için vardır. Nesnesi yoksa, yoktur.[5]
Bu nedenle yapılacak sınıflamanın nesnenin özelliklerinden hareketle yapılması
gerekmektedir. Dolayısıyla ilgili her türlü unsurdan söz etmenin temelinde
sanat nesnesi yatmaktadır. Yani bir ressam, heykeltıraş ya da bestekarın
sanatçı kimliğini kazanabilmesi için, yaptığı nesnenin, sanat nesnesi
özelliğini taşıması gerekmektedir.
Ayrıca mimesten Kathersis’e, kavramsallaşmış içerikten günümüze ulaşan
sanata ilişkin söylemlerin temelinde sanat nesnesi yatmaktadır. Bu nedenle
yapılacak bir sanat sınıflamasında sanat nesnesi ile özelliklerinin temel
alınması gerekmektedir.
Ancak bugüne kadar yapılan bir çok sanat sınıflamasında sanat nesnesinin
temel özellikleri yerine farklı noktalardan hareketle sınıflama yapılmaya
çalışılmıştır.
Örneğin Nejat Bozkurt kitabında; aşağıdaki gibi bir sınıflama
gerçekleştirmiştir.
1) Görsel Sanatlar: Resim, Heykel, Mimarlık
2) İşitsel Sanatlar: Şiir, Müzik ve Söz sanatlarıdır.
Buradaki ayrımda, temelini Platon’da bulabileceğimiz bir yaklaşım
sergilenmiştir. Platon’a göre güzellik, kaynağını “görmede ve işitmede” bulan
hoş olanın bir kısmıdır.[6]
Sanat sınıflamalarının geleneksel bir biçimi de, şiir, öykü ve romanı
“yazın sanatlar” ; resim ve heykeli “görsel sanatlar”;tiyatro,dans,bale,opera
ve pandomimi “sahne sanatları” şeklinde yapılan ayrımlama ile
gerçekleştirilmektedir.[7]
Selçuk Mülayim’in[8]
yapmış olduğu sınıflandırmada ise daha farklı bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
Burada sanat öncelikle: Güzel Sanatlar, Endüstriyel Sanatlar ve Karma Sanatlar
olmak üzere üçe ayrılmıştır. Ayrıca; Güzel Sanatlar; plastik sanatlar (mimari,
heykel, kabartma, resim, minyatür ve süsleme), fonetik Sanatlar (şiir, müzik),
ritmik sanatları (tiyatro, pandomim); Endüstriyel Sanatlar, duvarcılık,
dokumacılık, marangozculuk, demircilik v.b. zanaatları; Karma Sanatlar ise
sinema, opera, fotoğraf ve dansı kapsamaktadır.
Diğer yandan, Ayla Ersoy farklı ifadeler ile benzer sonuçlar ortaya koyan
sanat sınıflamasını şöyle yapmıştır.[9]
1) Maddeye biçim veren plastik sanatlar: Mimari, resim, heykel, kabartma;
plastik sanatlar göze hitap ettiği için görsel sanatlar,
2) Ses ve söze biçim veren fonetik sanatlar: Edebiyat ve müzik
sanatlarını kapsar. Daha çok kulağa hitap ettiği için işitsel sanatlar,
3) Harekete biçim veren ritmik sanatlar: Dans, bale ve sportif oyunlardan
oluşmaktadır.
Yukarıda verilen sanat sınıflamalarını çoğaltmak mümkündür. Ancak bir
başka sorun, bir çok sanat tarihi
kitabında bölüm başlığı olarak kullanılan sanat sınıflaması unsurlarında
bulunmaktadır. Örneğin, “plastik sanatlarda” Düzen Sorunları[10]
ya da “Heykel Sanatı” “Resim Sanatı”[11]
“Çini ve Seramik Sanatı”[12]
“Sinema Sanatı”[13]
“Seramik Sanatı” [14]“Resim
ve Heykel Sanatları”[15]
“Heykel Sanatına Geçerken”[16]
“Maden Sanatı”[17]
“Halı Sanatı”,[18]
“Minyatür Sanatı”[19]
“Hat Sanatı”[20]
“Maden Sanatı”[21]
gibi.
Sanat tarihi biliminin kendi disiplini çerçevesinde ortaya koyduğu
yaklaşım, Sanat olgusunun toplum bireyleri tarafından tanınması konusunda tahribat oluşturmaktadır. Bu tahribat
sonucunda, “Mutlu Olma Sanatı”[22];
“Sevme Sanatı”[23],
“Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı”[24],
“Yönetim Sanatı”[25]
v.b. gibi çalışmalarda olduğu gibi bir işin iyi yapılabilirliğini sanat olarak
niteleyen kitap isimleri karşımıza çıkmaktadır.
Sanatın ne olduğu, sanatın sınıflandırması v.b. konular ne toplumun ne de
sanatçının sorunu değildir. Ancak, bilgi teorisi çerçevesinde hareket ederek
sanatı inceleyen bilimler belli kalıplar ortaya koymaktadır. Bu kalıplar hem
toplum bireyleri hem de sanatçılar üzerinde olumsuz etkiler oluşmaktadır.
Toplum bireyleri, sanatı inceleyen bilimlerin ortaya koyduğu veriler ve bu
veriler çerçevesinde yapılan sanat sınıflamaları ile sanat olarak nitelenen
şeyleri tanır. Bu tanıma, ‘değer’ olanı bilmeye neden olur ve bu şekilde değer
olanı bilecek olan bireyler, bu ‘değeri’ yaşamlarına dahil edeceklerdir. Diğer yandan
sanatçılar üzerinde baskı oluşacak ve bu baskı sınırlılık getirecektir. Sanatın
yapısına aykırı olan sınırlılık nedeniyle sanatın sahip olduğu ifade
zenginliğinden habersiz olunacağından, sanatçı şartlanmışlıktan kurtulamayacağı
için yüksek benliğe ulaşılması mümkün olmayacaktır.
Sanatı inceleyen bir çok bilim içerisinde salt nesneyi temel alarak
sanatı kavramaya çalışan “Sanat Tarihi’dir.” Sanat Tarihi de diğer bilimler
gibi genel ve tipik olanı kavramaktadır. Dolayısıyla bir genelleme ve tiplemeyi
ortaya koymaktadır.Buna göre, nesnesi resim olan bir süreci RESİM SANATI olarak
adlandırmaktadır. Böyle bir ayrımlama; üretilen her resmin sanat eseri;
bu nesneyi üreten her ressamın da sanatçı olarak algılanmasına neden
olmaktadır.
Böyle bir yaklaşımın ortaya koyduğu çarpık anlayışın örneklerini yayın
organlarında, broşürlerde ya da kataloglarda görebiliyoruz. Bugün sayıları
oldukça fazla olan galerilerde açılan her sergi sahibi, bu sergilerle ilgili
haber yazılarında, broşür ve kataloglarda sanatçı olarak tanıtılmakta ve sergilenen her nesne sanat
eseri olarak nitelenmektedir.
Diğer yandan önemli bir başka sorun “Seramik Sanatı” ifadesi ile yapılan
ayrımda yaşanmaktadır. Böyle bir ayrımın NESNESİ dahi yoktur. Yani seramik bir
nesnenin adı değildir. Sadece bir nesnenin üretilmesi sürecinde kullanılan
tekniklerin genel adıdır. Dolayısıyla “Resim Sanatı”, “Heykel Sanatı”, v.b.
ayrımlar nasıl yanlış ise “Seramik Sanatı” ayrımı da yanlıştır. Çünkü bu
teknikle üretilen her nesnenin sanat nesnesi ve bu tekniği her uygulayanın da
sanatçı olarak algılanmasına neden olacaktır. “Maden Sanatı” ayrımı da
malzemeden hareketle yapılan yanlış bir ayrım ifadesidir.
Burada olduğu gibi, kullanılma amacı, hammadde ve teknikten hareketle
yapılan sınıflamanın nedenini materyalist sanat yönteminde bulmamız mümkündür.
Materyalist sanat yöntemine göre ilkel bir sanat yapıtı, kullanılma amacı,
hammadde ve teknikten oluşan üç etkenin ürünüdür.[26]
Bunları temel alarak sanat sınıflamasının yapılması ile, “sanat” kelimesi, iyi
yapabilirlik ifadesi ile özdeş hale gelmektedir. Yani herhangi bir işin yada
nesnenin iyi yapılabilmesine “sanat” nitelemesi yapılmaktadır. Böyle olunca
“SANAT” olgusunun ifadesini bulduğu eylem ya da nesnenin ne olduğu konusunda
karışıklık ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu karışıklığın ortadan kalkması
için öncelikle, kullanım amacını, hammaddeyi ya da tekniği temel alarak
yapılacak sanat sınıflamasından kurtulmamız gerekecektir. Çünkü bu üç unsur
sanat olarak adlandırılan sürecin ikincil, üçüncül etkenleridir. Bu nedenle sanatçının seçimi olan birincil etkeni ortaya
çıkarıp, bunları temel alarak sınıflamanın yapılması gerekmektedir
Yukarıda aktarılmaya çalışılan sanat sınıflama çabalarının, toplum
bireyleri üzerinde, sanatın tanınması konusunda oluşacak olumsuz etkilerin
temel nedeni olduğu düşünülmektedir. Toplumumuzun bugünkü durumu, olumsuz
etkiler sonrasında ortaya çıkan yapının açık örneğini oluşturmaktadır.
Sanatı sınıflamaya çalışan
bilimsel disiplinler, gerçek yanlışı sanatı sınıflamaya çalışarak yapmışlardır.
Bilgi teorisi çerçevesinde ele aldıkları “Sanat”ın olgu olduğunu gözardı
etmişlerdir. Bu nedenle, olgu olan sanat, bilgi teorisi çerçevesinde ele
alındığında nesnel gerçeklik boyutunda algılanmaktadır. Buradan hareketle
“sanat yapmak” ya da “sanatı almak” gibi ifadelerle ilişkilendirilen sanatın,
toplum bireyleri tarafından tanınması konusunda sorun yaşanmaktadır.
Dolayısıyla, sanatı sınıflama çabasından vazgeçmemiz gerekmektedir. Bu çabalar
devam ettiği sürece, bugün bir çok üniversitede fakülte adı olarak kullanılan
“Güzel Sanatlar” ifadesi, yanlış olmasına rağmen kullanılmaya devam edecektir.
Sınıflandırma, sanatın kendisi ile değil, varoluş boyutu ile ilgilidir.
Sanatın tanımı içerisindeki varoluş ifadesi, varetmeyi içermektedir. Varetme;
devingen süreç içerisindeki insan ile ilişkilidir. İnsan bu süreç içinde yüksek
benliğini varetmek amacıyla farklı yollar izlemektedir. Sınıflandırılması
gereken Var Etme Yolları’dır. Bilgi teorisi çerçevesinde yapılacak bir
sınıflandırma ancak şöyle yapılabilir: (1) Yüzeyde Var etme, (2) Hacimle Var
etme, (3) Sesle Var etme, (4) Sözle Var etme ve (5) Bedenle Var etme.
Yapılan bu sınıflama ile ortaya
konulan var etme yollarının her birinde kendine özgü yöntem, teknik ve malzeme
kullanmaktadır. Her yolda yaşanan var etme süreçleri sonrasında o yola özgü bir
nesne ortaya çıkmaktadır.
Bu aşamada şunu belirtmek gerekmektedir. Yukarıda “sanat sınır kabul
etmez” demiştik. Yapılan bu sınıflamada sınır olup olmadığı konusu şüphe
oluşturabilir. Ancak sınıflama sırasında temel alınan unsurları ‘var etme’
sürecine girmeden önce sanatçı seçmektedir. Bu seçimi yapmadan önce sanatçı en
iyi süreci ve bu süreç sonunda ulaşılacağı sonucu kestirmiş olmalıdır. Belki
süreç içerisinde bir çok sorunla karşılaşabilir ama bunları aşmak zorundadır.
Dolayısıyla sanata ilişkin her süreçte, inanç ile şüphe arasındaki diyalektik
ilişki yaşanmalıdır.[27]
Bu durum yaratmanın temel paradoksudur. Sonuç olarak sanata ilişkin var etme
süreci yaşayan sanatçı, sürecin başından itibaren özgürdür.
1. Yüzeyde Var etme
Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini yüzeyde gerçekleştirmektedir.
Nesnesi iki boyutludur. Bu biçimde ortaya çıkan nesne, genel geçer adıyla
Resim, bunu yapan da Ressam olarak anılmaktadır.
Yüzeyde var etme olarak ayrımlanan bu sürecin yaşandığı yüzeyler
çeşitlenmektedir.
a) Doğal yüzeyler: Mağara duvarları, kaya yüzeyleri gibi
b) Yapıların yüzeyleri: İç cepheler, örtü elemanları,
geçiş elemanları, kemer içleri, dış cepheler ve çeşitli mimari unsurlar
c) Kullanım Eşyalarının yüzeyleri: Halı, kilim, dolap,
masa, seramik teknikleriyle üretilmiş çeşitli kaplar v.b.
d) Özel olarak yaratılmış yüzeyler: ahşap, tuval, cam,
gümüş nitrat alaşımlı yüzeyler (fotoğraf)
Yüzeyde var etme süreci için seçilmiş yüzeylerde, fresko, mozaik,
yağlıboya, suluboya, serigrofi, litografi, sıraltı boyama, sırüstü boyama,
dokuma, v.b. teknikler kullanılmaktadır.
2. Hacimle Var etme
Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini hacimle gerçekleştirmektedir.
Nesnesi üç boyutludur. Hacimle gerçekleştirilen bu var etme süreci iki farklı
uygulama ile oluşturulmaktadır.
a) Hacmin biçimlendirilmesi
b) Hacmin yaratılması
a) Hacmin biçimlendirilmesi: Sanatçı, yüksek benliğini var etme sürecini
hacmin biçimlendirilmesi yoluyla ortaya koyarken genellikle, doğada hazır
olarak bulunan toprak, maden, ağaç yada
farklı teknolojilerle üretilmiş malzemeleri kullanmaktadır. Bu şekilde
biçimlenen nesneler Heykel, bunu yapan da Heykeltıraş olarak anılmaktadır.
b) Hacmin yaratılması: Yüksek
benliğini var etme sürecini hacmin yaratılması yoluyla yaşayan sanatçının, bir
anlamda sınırsızlığı sınırlaması eylemidir. Bu gün için bilinen sınırsızlık
uzay olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla uzayın sınırlanması yani mekan
yaratma tavrıdır.[28]
Hacmin yaratılması konusunda temel unsur sınırdır. Ancak burada sınır
sanatçının üretme sürecindeki bir sınır değildir. Hacmin yaratılmasında
kullanılan bu sınırlayıcılar eylemsel,
psikolojik ve niteleyici olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.
Bu tavır genel geçer adıyla mimari, yapanı ise Mimar olarak anılmaktadır.
3. Sesle Var etme
Temel unsur ses’tir. Sanatçı yüksek benliğini var etme sürecinde, kendi
sesini kullandığı gibi bir çok nesne aracılığıyla çıkan sesleri de
kullanmaktadır. Genel geçer adıyla bu müzik olarak anılmaktadır
4. Sözle Var etme
Temel unsur söz’dür. Bu süreçte iletişimi sağlayan dilin unsurları
sözler, belli düzenlerle kurgulanmaktadır. Yazın (edebiyat) olarak anılan bu
sanatı ortaya koyan ise yazar olarak anılmaktadır.
5. Bedenle Var etme
Temel unsur insan vücududur. Bu süreç içerisinde insan kendi vücudunu
evrensel ya da yöresel kültürün yüklediği anlamlar çerçevesinde biçimlendirerek
oluşturduğu bir bütünü sunmaktadır. Genel geçer adıyla bu sanat mim olarak
anılmaktadır
Sonuç olarak, bu makale çerçevesinde
gerçekleştirilen eleştirel yaklaşım ve sonrasında yapılan sanat sınıflaması
denemesi; bu konuda yaşanan karmaşa ve bu nedenle sanata ilişkin değerlerin
yıpranması tehlikesinden kaynaklanan bir tedirginlik sonucunda ortaya
çıkmıştır. Ne sanatın, ne sanat eserinin ne de sanatçının sınıflandırmaya ilişkin
problemi yoktur. Bu sorun sanatı ve sanat yapıtlarını başkalarına
anlatacakların sorunudur.
KAYNAKÇA
Alaın, (Çev: Dr. Ayda Yörüken). Mutlu Olma Sanatı
Ankara 1990
Aritotales, (Çev.İsmail Tunalı). Poetika,
İstanbul, 1995
Aslanapa, Oktay. Türk Sanatı,İstanbul 1993
Aytürk, Nihat. Yönetim Sanatı, Ankara
Bozkurt, Nejat. Sanat ve Estetik Kuramları,
İstanbul, 1992
Çoruhlu,
Yaşar. Türk Sanatının ABC’si, İstanbul, 1993, s.121
Ersoy,
Ayla. Sanat Kavramlarına Giriş, İstanbul, 1995
From, Eric (Çev. Ergin Ayrıkçı). Sevme Sanatı ,Ankara
1999
Kırcıoğlu, Nilgün. ”Sanat Üzerine”, Sanat
Tartışmaları, s.1-11, S.B.F., Ankara,1981
May, Rollo. Yaratma Cesareti, İstanbul, 1992
Mengüşoğlu, Takıyyettin. Felsefeye Giriş, İstanbul 2000,
Mülayim, Selçuk.
Sanata Giriş, İstanbul, 1994
Özdemir, Emin.
Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı,
İstanbul 2000
Sözen, Metin ve Uğur Tanyeli. Sanat Sözlüğü,
İstanbul, 1992
Tanındı, Zerem.
Türk Minyatür Sanatı, Ankara, 1996
Tunalı, İsmail. Estetik, İstanbul, 1999
Turani, Adnan. Dünya Sanatı Tarihi, İstanbul,
1992
Tansuğ, Sezer. Sanatın
Görsel Dili, İstanbul, 1988
Williams, Raymond (Çev. Suavi Aydın). Kültür,
Ankara,1993.
Worringer, Wilhelm (Çev.İsmail Tunalı). Soyutlama
ve Özdeşleyim, İstanbul, 1985.
[1] Takıyyettin Mengüşoğlu, Felsefeye
Giriş, İstanbul 2000, s.217
[3] Nejat Bozkurt, Sanat ve
Estetik Kuramları, İstanbul, 1992, s.18
[4] Nilgün Kırcıoğlu,”Sanat
Üzerine” ,Sanat Tartışmaları, S.1-11,S.B.F.,Ankara,1981 s.3
[5] Bu konuda bkz. İsmail
Tunalı, Estetik, İstanbul,1999, s.99 v.d
[6] Nejat Bozkurt, a.g.e. s.85
[7] Nejat Bozkurt, a.g.e. s.
22
[8] Selçuk Mülayim, Sanata
Giriş , İstanbul, 1994, s.21
[9] Ayla Ersoy, Sanat
Kavramlarına Giriş, İstanbul, 1995, s.19
[16] Wilhelm Worringer,
(Çev.İsmail Tunalı), Soyutlama ve Özdeşleyim, İstanbul,1985 s.86)
[25] Nihat Aytürk, Yönetim
Sanatı, Ankara
[26] Wilhelm Worringer,
a.g.e.,s.17
[27] Rollo May,Yaratma
Cesareti, İstanbul, 1992 s.47
[28] Metin Sözen –
UğurTanyeli, Sanat Sözlüğü, İstanbul, 1992, s.157
Yorumlar
Yorum Gönder