Medyada Yozlaşan Sanat Kavramı ve Toplum Üzerindeki Etkisi / The Corrupted Concept of Art in the Media and Its Effect on the Society



Özand GÖNÜLAL*[1]

Özet
            Sanat ile toplum arasındaki ilişkinin doğru biçimde gerçekleşmesinin temelinde sanat  olgusunun doğru tanımlanması yatmaktadır. Sanat olgusunun doğru tanınması, sanat olgusunun doğru tanımlanmasıyla gerçekleşecektir.
Ancak bir kavramın çeşitli tanımlara sahip olması, o kavramın toplum bireyleri tarafından yeterince tanınmaması tehlikesini de beraberinde getirecektir. Sanat kavramının tanınmaması, toplumun değerlerinin toplum bireyleri tarafından  değer olarak algılanmasını da engelleyecektir.      
Türkiye toplumu üzerinde medyanın etkisi reddedilemez bir gerçektir. Sanat kavramının tanınmamış olmasından dolayı,  medyanın önemli bir kolunu oluşturan televizyonlarda,  yeterince dikkatli davranılmaması sonrasında, sanat olgusu içerisinde  değerlendirilemeyecek çalışmalar  “sanat”, bu çalışmalar  içinde bulunan bireyler de “sanatçı” olarak  gösterilmiştir. Bundan dolayı toplum bireyleri, medyanın sunduğu “sanat” ve “sanatçı” kavramlarından hareketle değerlerini oluşturmaktadır. Ancak sunulanların değersizliği, toplum bireylerinin değerlerini değersizleştirmekte ve toplumun “ yoz kültür “ egemenliği altına girmesine neden olmaktadır.                                 
            Dolayısıyla sanat kavramının tanımının yapılması için yeni önerilere, bu önerilerin tartışılmasına ve ortak bir görüşe varılmasına gereksinim vardır. Böylece toplum bireyleri “sanat”ı doğru tanıyabilecekler, doğru değerlerden hareketle kendi değerlerini oluşturabileceklerdir.


Summary

The basement of accurately eventuating the relationship between art and society is to accurately define the concept of art. To accurately acknowledge the concept of art, the definition of art should be clarified.
It is obvious that media has a significant effect on Turkish society. Because of the concept of art has not defined accurately and of the careless behavior of people, on the televisions –which is an important branch of media- some studies which cannot be assessed in the art concept are indicated as “art”, people who works in these studies are indicated as “artist”. However, the insignificant studies make the tradition of the individuals worthless and cause the values of community become “corrupted culture”.
Therefore, new suggestions, discussions about these suggestions and as a result, forming a common point of view are needed to redefine the concept of art. With the help of this way, individuals will be able to correctly acknowledge the “art” and from accurate values, they will be able to construct their own values. The quality of the society will be increased by accurate definition of “art” and by comprehending this concept well.

Sanat olgusu insan varlığının öznel bir tavrı olmasına karşın, o öznel tavrın oluşmasında toplumsal yapının etkisi rededilemez bir gerçekliktir. Dolayısıyla toplum yapısının biçimlenmesinde doğrudan ya da dolaylı olarak etkisi olan medyanın, sanat olgusu üzerinde etkisi sözkonusudur.
Bu makale çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti’nde 70 li yıllardan itibaren gerçekleşen ve 12 Eylül 1980 sonrası hız kazanan sosyo-ekonomik değişimler, bunların sosyolojik sonuçları ve çözümleri için neler yapılmalı gibi noktalarda herhangi bir sorgulama yapılmayacaktır. Bu makalenin temel amacı Türkiye’de 70 li yıllardan itibaren sosyal yaşama doğrudan dahil olan televizyonun etkisiyle biçimlendiği düşünülen, toplumsal ve kişisel kimliklerin sanat olgusu ile ilişkilerini irdelemek; bu ilişkinin doğru kurulabilmesinin yolunun nasıl olduğu sorgusunu yapmaktır.
              Bu etki sanat kavramının farklı biçimlerde algılanmasına ve buna bağlı olarak farklı biçimlerde tanımlanmasına neden olmuştur. Bu durum,  sanat olgusunu da popülizme alet etme anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucu olarak, yeterince dikkatli davranılmaması sonrasında sanat olgusu içerisinde değerlendirilemeyecek çalışmalar “sanat”, bu çalışmalar içinde bulunan bireyler de “sanatçı”  kavramlarıyla tanımlanarak, toplum bireyleri bundan  hareketle değerlerini oluşturmaya yönlendirilmişlerdir.Ancak sunulanların değersizliği, toplum bireylerinin değerlerini değersizleştirmekte ve toplumun yoz kültür egemenliği altına girmesine neden olmaktadır.
             Uzun yıllar boyunca süregelen ve bu gün de kullanılmaya devam eden en önemli konu olan iç göç olgusunu son yıllarda bir çok sanatçının sanata ilişkin yaratma süreçlerinde kullandıkları görülmektedir. Bunlara ait çalışmaları çeşitli etkinliklerde görmek mümkün olmaktadır. Ancak bu çalışmalar özellikle göç sonrası kentlere yerleşen insanların kimliksizleşme, yeni kimlikler kazanma ya da yabancılaşma süreçlerinin bir saptaması ve buna dikkat çekmesi doğrultusunda gerçekleşmektedir. [2]
             Dolayısıyla yaratma süreçleri sonrasında ortaya çıkan eserlerde yansıyan göç, bu eserler için konu olmaktan öteye gitmemektedir. Ya da gerçekte bildiğimiz şeyleri farklı bakış açılarıyla dikkat çekmek amacıyla yeniden ortaya koymaktır.
            Ancak sanat kavramı, toplumun ve toplum bireylerinin “ kalitesinin” belirlenmesinde önemli bir etkisi olan yaratma süreçlerini ve bu yaratma süreçlerinde gerçekleşen biçimlenmeleride ifade etmektedir. Dolayısıyla toplum bireyleri tarafından tanınmaz olan sanat kavramı, olgusal değişimleri sergilemekte, bu değişimler zayıf değerler karşısında yoz kültürün egemen olmasına neden olmaktadır.
            Bu durumu şöyle açıklayabiliriz; Kırsal kesimde sömürüye dayanan değil, değerler ortaklığı üzerine kurulan bir toplumsal sözleşme egemendir. Ancak tüm bunlar sanayi devrimiyle birlikte yıkılmıştır.[3] Sanayileşmenin beraberinde getirdiği durağan toplum yerine değişen bir topluma geçiş, kimlik boyutunu da etkilemektedir.[4] Dolayısıyla sanat gerçek yeniliği sunmanın yanında zaman zaman paylaşılan yaşantıların ifadesi ve simgesi haline dönüşmüştür.
            Türkiye’de devlet, göçlerin yönlendirilmesine müdahil olmamış, daha çok gelişmeler karşısında günlük politikalar ve siyasi müdahalelerle yetinme durumunda kalmış, hatta zaman zaman uyguladığı politikalar nedeniyle göç tetiklenmiştir. Böylece göç edenlerin geldikleri kentlerde başlarının çaresine bakmak zorunda kalmaları sonucunda gecekondu bölgeleri oluşmuş ve bu nedenle kentlerimiz büyük bir köy haline gelmiş, köy yaşamında görülen gündelik yaşam manzaraları, olağan görüntüler haline dönüşmüştür.[5]
            1960’lı yıllarda Haldun Taner’in yarattığı Keşanlı Ali ve 1970’li yıllarda Yılmaz Güney’in sergilediği tiplemeler, büyük kentlerdeki gecekondu bölgelerinde yaratılan mitosların kahramanları olarak karşımıza çıkarken, günümüzde bunun örneklerini oluşturan  “Deli Yürek” , “Kurtlar Vadisi” ve “Pusat” adlı dizilerdeki kahramanlar da benzer profilleri ortaya koymaktadır.Bir zamanlar aşağı kültür olarak görülen ya da görmezden gelinen arabesk olgusu Türk Popu’nun[6] patlaması yardımıyla 90’lı yıllar boyunca kent kültürü içine eklenmiştir. Aslında oturmuş ve klasikleşmiş kültürler zaman içerisinde kendi dinamiklarini yıpratarak iyi ya da kötü irdelemesi yapmadan, herhangi bir nedenle ortaya çıkan yeni oluşumlar karşısında sağlam bir direnişle duramayıp değişmeye ve hatta yozlaşmaya başlar ki; Bunu tarihsel süreç içersinde Gotik dönemin sonunda antik dünyadan hareketle biçimlenen Rönesans anlayışında, daha sonra Maniyerist süreçle değişerek ortaya çıkan ikinci klasik olan Barok Üslupta, Barok Üslubun değişimiyle ortaya çıkan  Rokoko sonrasında yine antik kültürden hareketle Neoklasik dönem gibi yeni bir devinime giren süreçlerde görebiliriz.
            Dolayısıyla Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren batı normları çerçevesinde biçimlenen kent kültürü, göçler sayesinde farklı kültür değerleriyle karşılanınca önce bunu yadırgamıştır. Süreç içerisinde, göçenlerin şiveleri kentliler için aralarında yapılan espirilere bir malzeme haline dönüşerek kanıksanmaya başlanmış, gündelik yaşantı içinde yeni bir tad, yeni konuşma biçimi ve ilişkiler zaman içinde kentlileri etkisi altına alarak dönüştürücü bir güç haline gelmiştir.[7] Bu durum yukarıda da söz edildiği gibi medya tarafından sürekli kullanılmıştır.
            Büyük kentlerin, insanlar arasındaki temel bağların zayıflamasına neden olduğu bir gerçektir. Kırsal yerleşim birimlerinde çok daha güçlü olan akrabalık bağları ve geniş aile yapısı kentte zayıflamaktadır.[8] Ya da böyle olması beklenir. Ancak yoğun göçler nedeniyle aynı yerden göç eden insanlar kentlerdeki aynı bölgelere yerleşerek,  kentin ezici yapısına karşı birbirilerine dayanarak karşı koymaya çalışmışlar, göç ettikleri yerlerdeki yaşamsal değerlerini aynen devam ettirmişlerdir. Özel kanalların yayına geçmesiyle birlikte yoğun bir şekilde sunulan renkli hayatlar bir yandan özenti yaratırken diğer yandan kendi değerlerine daha sıkı bağlanmalarını sağlamış ve keskinleştirmiştir.
            Son dönemlerde yukarıda sözünü ettiğimiz gibi 90’lı yıllarda göçle gelen kültür baskını altına giren kent kültürü, yavaş yavaş kendine gelmeye başlayarak, kaybettiklerini geri alma savaşına girmiştir.[9]
            Kültürün en önemli özelliği kolay etkilenebilirliğidir. Bu özellik yeni dönüşümlerin oluşurulması adına iyi  yanını oluştursa da, kötü etkiler karşısında kendisini yozlaştıracak, evrensel düzeyin altına düşürecek, evrensel boyutlardan koparacak etkilere de açıktır.[10]
            Kültürün önemli paydaşlarından birini sanat oluşturmaktadır. Sanat toplumun değerlerini belirleyebilmesinde önemli bir gereksinimdir. Çünkü Sanat kavramı adı altında sunulanlar toplum bireyleri tarafından “iyi” niteliğiyle algılanacak ve bu bireyler kendi değerlerini iyi olduğunu düşündükleri bu değerlere göre ayarlayacaklardır.
            Sanat ile toplum arasındaki ilişkinin doğru biçimde gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu ilişkinin doğru biçimde gerçekleşmesinin temelinde ise sanat olgusunun doğru tanımlanması yatmaktadır.
            Zaman zaman toplum içerisinde bir sanat hareketi var sayılabilir. Fakat bu hareketlilik spekülasyonların bir sonucu olarak gerçekleşir. Bu spekülasyonun temelinde para konusu yatmaktadır. Böylece para sorunu, sanat sorununa karışmış hale gelmektedir.[11] Para’yı en üst değer haline getiren ekonomik sisteme sahip toplumlarda sanat olgusunun da bu etki altında kalmasına şaşırılmamalıdır.[12]
            Sanat ekmek ve su gibi gereklidir.[13] Sanat günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası olmalıdır. Yaşamın içinden çıkan bir insan etkinliği olarak sanatın, insanlıkla yaşıt olduğu söylenmektedir. Ancak sanatın bir olgu olarak farkına varılması, tanımlama ve tanıma süreci ise Platon ile birlikte yaklaşık 2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Platon’ dan itibaren farklı kültürlerden, farklı disiplin ve kesimlerden sanatın tanımlaması ve sınıflandırılması konusunda birçok düşünce üretilmiştir.
Bu doğrultuda yapılan kategorik yaklaşımların temelini, bilgi teorisi yöntemleri oluşturmaktadır. Antik dönemden itibaren bilgi teorisinin yöntemleri ile gerçekleştirilen sanatı anlama ve tanıma çabaları bilimsel tavra ait olan “gelişme” ifadesinin sanat için kullanılmasına neden olmuştur. Sürekliliğin, gelişmeyi içeren bir sonucu ortaya çıkarmasını bekleyen bilim için “gelişme” ifadesi doğaldır. Çünkü bilim içinde, insan ile nesne arasındaki ilişki ve süreç; algı, gözlem, deneme ve sınama olarak gerçekleşirken; Sanat içinde görme, sezme ve yaratma şeklinde gerçekleşmektedir.[14]Bu çerçevede, bilimsel disiplin içinde kavranılan şey genel, sanatta ise kavranılan tamamen öznel ve bireyseldir.
            Sanatın tanımlanması ve sınıflandırılması sorunu; ne sanatın ne de sanatçının sorunudur. Ancak, bilgi teorisi çerçevesinde hareket ederek sanatı inceleyen bilimler belli kalıplar ortaya koymaktadır. Bu kalıplar hem toplum bireyleri hem de sanatçılar üzerinde olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Toplum bireyleri, sanatı inceleyen bilimlerin ortaya koyduğu veriler ve bu veriler çerçevesinde yapılan sanat sınıflamaları ile sanat olarak nitelenen şeyleri tanır. Bu tanıma, ‘değer’ olanı bilmeye neden olur ve bu şekilde değer olanı bilecek olan bireyler, bu ‘değeri’ yaşamlarına dahil edeceklerdir. Diğer yandan sanatçılar üzerinde baskı oluşacak ve bu baskı sınırlılık getirecektir. Sanatın yapısına aykırı olan sınırlılık nedeniyle sanatın sahip olduğu ifade zenginliğinden habersiz olunacağından, sanatçı şartlanmışlıktan kurtulamayacağı için yüksek benliğe ulaşması mümkün olmayacaktır.
Bu sorun, Platon’dan bu yana tarihsel süreç içerisinde gelişen, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve sanat tarihi gibi bilimlerin kendi disiplinleri çerçevesinde ortaya koydukları bir sorun olmuştur.
Sanatı inceleyen bilimlerin her biri, sanatın unsurlarından, yani sanatçı, sanat eseri ya da alıcıdan birini seçerek incelemişlerdir. Örneğin, sanatçı psikoloji biliminin, sanat eseri sanat tarihi ve felsefenin, alıcı ise sosyoloji biliminin incelemek üzere seçtiği sanata ilişkin unsurlardır.
Ancak bu bilimsel disiplinlerin, incelemek üzere seçtikleri sanata ilişkin unsurlardan hareketle sanatı tanımlamaya çalışmalarına karşın, ortak bir tanımda buluşamadıkları görülmektedir. Bunun nedeni, her disiplinin kendi bakış açısından bir tanımlamayı ortaya koymasıdır. Dolayısıyla, sanatın tanımlanmasında ortaya çıkan bu karışıklık sanat sınıflaması ile ilgili sorunlar yarattığı gibi, sanatı doğru tanımaya ihtiyaçları olan toplum bireyleri üzerinde de olumsuz etkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu aşamada, sanatın tanımlanması görevinin; sanatı inceleyen farklı bilimsel disiplinler yerine, bu disiplinlerin incelemeleri sonrasında ortaya koyduğu verileri senteze ulaştıran yöntemleri geliştirebilecek ve bu sentez çerçevesinde sanatın tanımlamasını yapabilecek; ortak bir disipline verilmesi gerektiği düşünülmektedir. Bu disiplin  Sanat Teorisi olmalıdır.
Henüz yeterince farkedilmeyen Sanat Teorisi dünyada ve Türkiye’de yeni yeni yerine oturmaktadır. Ancak, bu güne kadar yukarıda sözünü ettiğimiz bilimsel disiplinlerin, anlayışları çerçevesinde farklı yaklaşımlar sergilemeleri nedeniyle, sanat tanımlarında olduğu gibi sanat sınıflamalarında da çeşitlilik yaşanmaktadır.[15] 
 Antik dönemde ortaya çıkan bu sanat sınıflamasının temel amacı, insan tarafından yapılanı doğal olandan ayırmaktır. Ancak yarar amacı taşıyan nesneler ile hiç bir şekilde çıkar gözetmeksizin yalnızca hoşlanmak amacıyla seyredilmek üzere üretilen nesneleri birbirinden ayırmak için rönesans döneminde başlayan çaba, 18. Yüzyılda “güzel sanatlar” ifadesi ile temel bir ayrıma ulaşmıştır.[16]  Burada ortaya konulan çaba, antik dönemden farklı olarak, sanat ile zanaat ifadesinin karşılığı olan uygulamaları ve bu uygulamalar sonrasında ortaya çıkacak nesneleri birbirinden ayırmaktır. Bu bağlamda Kant ve Hegel sanat adına yaşanacak sürecin temelinde özgürlük  bulunduğunu vurgulamaktadır.
Buradan da anlaşılacağı gibi sanat, özgürlüğü kısıtlayacak hiç bir sınırı kabul edemez. Önceden belirlenmiş herhangi bir işlev yada amaç, sanatsal süreç içerisinde üretilen sanat nesnesi açısından baskı oluşturmaktadır. Dolayısıyla baskı altında yaşanan süreci sanat olarak adlandıramayız.
Bu anlayış çerçevesinde sanatı şöyle tanımlayabiliriz: “Sanat, insanın yüksek benliğinin devingen bir süreç sonrasında bir başka boyutta varolmasıdır. Bu varoluşun göstergesi sanat nesnesidir.”
Bu aşamada şunu belirtmek gerekmektedir. Yukarıda “sanat sınır kabul etmez” demiştik. Yapılan bu sınıflamada sınır olup olmadığı konusu şüphe oluşturabilir. Ancak sınıflama sırasında temel alınan unsurları ‘var etme’ sürecine girmeden önce sanatçı seçmektedir. Bu seçimi yapmadan önce sanatçı en iyi süreci ve bu süreç sonunda ulaşılacağı sonucu kestirmiş olmalıdır. Belki süreç içerisinde bir çok sorunla karşılaşabilir ama bunları aşmak zorundadır. Dolayısıyla sanata ilişkin her süreçte, inanç ile şüphe arasındaki diyalektik ilişki yaşanmalıdır.[17]  Bu durum yaratmanın temel paradoksudur.Sanata ilişkin var etme süreci yaşayan sanatçı, sürecin başından itibaren özgürdür.   
Sonuç olarak, TürkiyeCumhuriyeti’nin sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının biçimlenmesinde medyanın özellikle de televizyonun etkisi rededilemez bir gerçektir. Bu durum popülizmin beraberinde sanat olgusunun da bu popülizme alet etme anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucu olarak  yeterince dikkatli davranılmaması sonrasında, sanat olgusu içerisinde  değerlendirilemeyecek çalışmalar  “sanat”, bu çalışmalar  içinde bulunan bireyler de “sanatçı” olarak  gösterilmiştir. Bundan dolayı toplum bireyleri, ortaya çıkan “sanat” ve “sanatçı” kavramlarından hareketle değerlerini oluşturmaktadır. Ancak sunulanların değersizliği, toplum bireylerinin değerlerini değersizleştirmekte ve toplumun “ yoz kültür “ egemenliği altına girmesine neden olmaktadır. Bu durumdan kurtulabilmenin temelinde sanat olgusunun, toplum bireyleri ve dolayısıyla topluma sunumlar gerçekleştiren medya tarafından, doğru tanınması yatmaktadır.



















KAYNAKÇA
Alaın, (Çev: Dr. Ayda Yörüken). Mutlu Olma Sanatı, Ankara 1990
Aritotales, (Çev.İsmail Tunalı). Poetika, İstanbul, 1995
Aytürk, Nihat. Yönetim Sanatı, Ankara
Baynes,Ken (çev.Y.Atılgan). Toplumda Sanat , İstanbul 2002, s.197
Bozkurt, Nejat. Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul, 1992
Büyükarda,Berrak. “Değişen ve Gelişen Çevrede İnsan Faktörü”, Sanat Yazıları VII, Anakara 1998, S.31-33,
From, Eric (Çev. Ergin Ayrıkçı).  Sevme Sanatı ,Ankara 1999
Gönülal,Özand. “Sanat Sınıflaması ve Toplumsal Çevre Üzerindeki Etkisi”, Elektronik Sosyal Bilimler  Dergisi www.e-sosder.com  ISSN:1304-0278   Ekim 2004 C.3  S. 10 (54-62)
Kongar,Emre. 21. Yüzyılda Türkiye, İst.2001
KortunVasıf-ErdenKosova,“Göç” http://ofsaytamagol.blogspot.com/2007/06/migration.html,
May, Rollo. Yaratma Cesareti, İstanbul, 1992
Mengüşoğlu, Takıyyettin.  Felsefeye Giriş, İstanbul 2000,
Özdemir, Emin. Güzel ve Etkili Konuşma Sanatı,  İstanbul 2000
Plehanov, Georgi. Sanat ve Toplumsal Hayat, İstanbul 1987, s.102
Plehanov Georgi-Jean Freville, Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum, İstanbul 1974
Read, Herbert. Sanat ve Toplum, İstanbul 1967, s.140
Sözen, Metin ve Uğur Tanyeli. Sanat Sözlüğü, İstanbul, 1992
Tunalı, İsmail. Estetik, İstanbul, 1999
Tansuğ, Sezer.  Sanatın Görsel Dili, İstanbul, 1988
Timuçin,Afşar. “Sağlıksız Kentleşme Olgusunun Sanata Etkileri” İstanbul 1979 s.58 (Afşar Timuçin'in 28/11/1979. günü İstanbul'da FilarmoniDerneği'nde yaptığı konuşma metni), http://www.felsefelik.com/felsefedergisi/1980-10/053-061.pdf
Williams, Raymond (Çev. Suavi Aydın). Kültür, Ankara,1993.
Worringer, Wilhelm (Çev.İsmail Tunalı). Soyutlama ve Özdeşleyim, İstanbul, 1985.




*Yrd.Doç.Dr.,Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, 07058, Kampüs-Antalya, ozandgonulal@akdeniz.edu.tr

[2] Gülsün Karamustafa'nın çalışmaları örnek olarak verilebilir.
[3] Ken Baynes (çev.Y.Atılgan), Toplumda Sanat , İstanbul 2002, s.197
[4] Ken Baynes, a.g.e., s.199
[5] Emre Kongar, 21. Yüzyılda Trükiye, İst.2001, s.27
[6] Vasıf Kortun ve Erden Kosova, “Göç” http://ofsaytamagol.blogspot.com/2007/06/migration.html, s.1
[7] Vasıf Kortun ve Erden Kosova, a.g.m., s.2
[8] Berrak Büyükarda, “Değişen ve Gelişen Çevrede İnsan Faktörü”, Sanat Yazıları VII, Anakara 1998, S.31-33,
[9] Vasıf Kortun ve Erden Kosova, a.g.m., s.2
[10] Afşar Timuçin, “Sağlıksız Kentleşme Olgusunun Sanata Etkileri” İstanbul 1979 s.58 (Afşar Timuçin'in 28/11/1979. günü İstanbul'da FilarmoniDerneği'nde yaptığı konuşma metni), http://www.felsefelik.com/felsefedergisi/1980-10/053-061.pdf

[11]Georgi Plehanov, Sanat ve Toplumsal Hayat, İstanbul 1987, s.102
[12]Georgi Plehanov, a.g.e., s.146
[13]Herbert Read, Sanat ve Toplum, İstanbul 1967, s.140
[14] Takıyyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, İstanbul 2000, s.217
[15]Özand Gönülal, “Sanat Sınıflaması ve Toplumsal Çevre Üzerindeki Etkisi”, Elektronik Sosyal Bilimler     Dergisi www.e-sosder.com  ISSN:1304-0278   Ekim 2004  C.3  S. 10 (54-62)
[16] Nejat Bozkurt, Sanat ve Estetik Kuramları, İstanbul, 1992, s.18
[17] Rollo May,Yaratma Cesareti, İstanbul, 1992 s.47


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

FOTOĞRAFTA FARKINDALIK SÜRECİ ve DEĞERLENDİRME Dr.Özand Gönülal

Eser Analiz Yöntemleri

BİLECİK ORHAN GAZİ İMARETİ KUBBEYE GEÇİŞ ELEMANLARI Dr.Özand Gönülal

İznik Yakup Çelebi Camisi (İmareti) Dr. Özand Gönülal

AMASYA BEYAZID PAŞA CAMİSİ KUBBEYE GEÇİŞ ELEMANLARI Dr.Özand GÖNÜLAL

Edirne Muradiye Camisi Dr.Özand Gönülal

İznik Nilüfer Hatun İmareti. Dr.Özand Gönülal

ANKARA KARACABEY CAMİSİ KUBBEYE GEÇİŞ ELEMANLARI Dr.Özand GÖNÜLAL

AMASYA YÖRGÜÇ PAŞA CAMİSİ, 1430,KUBBEYE GEÇİŞ ELEMANLARI Dr.Özand GÖNÜLAL

Adnan Turani (1925- 2016) Dr.Özand Gönülal