BUGÜN DE YARIN DA KANIT: FOTOĞRAF
BUGÜN DE YARIN DA KANIT: FOTOĞRAF
Yrd.Doç.Dr. Özand Gönülal
Günümüz Türkiye’sinde 76 milyon insan cep telefonuna sahiptir. Yaklaşık elli milyon kişi akıllı telefon aracılığı ile sosyal medyada yer almaktadır. Sosyal medyanın en temel unsuru fotoğraftır. Okuyarak öğrenmek ve bilgilenmek yerine, görerek öğrenmek ve bilgilenmek günümüz insanının temel tercihi olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm bu insanların kullandığı cep telefonlarının büyük çoğunluğunda fotoğraf makinesi işlevi bulunduğunu düşündüğümüzde, günlük yaşam içinde fotoğrafın vazgeçilmez olduğu izlemine sahip olmak hiç de zor değildir.
Fotoğraf bir yandan insanların gerçekdışı geçmişin hayalini
kurmalarını sağlarken, diğer yandan da güvensiz bir boşluğa sahip olmalarını
sağlamaktadır. Fotoğrafın nesnel gerçekliğini yüzeyde oluşturmaya çalışan,
ancak oluşturduğunun gerçek olmadığı bir yanılsamada, ardındaki her şey ona bakanın çıkarımı ve
fantezileridir. Ancak günümüz fotoğraf eyleminde çıkarım ve fanteziye fırsat
vermeden, kanıt olarak kullanmak temel amaçtır.
Fotoğrafın en temel özelliği var olanın ve yaşananın kanıtı
olmasıdır. Gerçekle doğrudan ilişkisi, fotoğrafı vazgeçilmez bir anımsatıcı, bilgilendirici
ya da kanıtlayıcı haline getirmiştir.
Bu anlayış, Roma döneminde sahip olunan sosyoekonomik yapı
ve buna bağlı olarak gelişen idari biçimlenme sonrasında ortaya çıkan toplumsal
sınıflanma, özellikle portreyi bir gereksinim haline getirmiştir. Böylece
kişisel kimliği taşıyan nesne biçim olarak da karşılığını büst adını verdiğimiz
gerçek imgesinde buldu. Buna benzer bir süreç 18. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren Avrupa’da orta sınıfın gerçekleştirdiği sıçrama sonrasında, ortaya
çıkan burjuva sınıfı ile yeniden yaşanmaya başlanmıştır.
Bununla birlikte başlayan portre, ressamın birebir gerçeği
yansıtma çabasının bir yansımasıdır. Aslında bu gerçek peşinde koşma çabası,
insanoğlunun genel talebi ya da eylemi olarak düşünülebilir. Çünkü görerek
gerçeği çizmek yeterli gelmemiş, 15.-16. yüzyılda camera obscurayı kullanarak
gerçeğe uygun manzara resimlerini, sonrasında da fizyonotrası kullanarak
silüeti yaratmıştır.
1786 yılında Gilber-Louis Chretren’in yarattığı
“fizyonotras” adı verilen ve pantograf ilkesiyle çalışan mekanik bir araçla, tüm
estetik değerlerden uzak, figürlerin birebir kopyasını çıkartarak farklı
boyutlarda silüet yapılıyordu. Fizyonotras, fotoğrafın icadından sonra da devam
etmiştir. Çünkü fotoğrafın uzun pozlama gerekliliği modeli sıkıntıya soktuğu
için, fizyonotras, bir süre daha popüler teknik olarak kullanılmıştır.
Fizyonotrasın fotoğrafla ilişkisinin temelinde nesne
yatmaktadır. Her iki teknik de nesne olmadan bir işe yaramıyordu ve nesnel
gerçeklik, bu iki teknik sayesinde bir başka boyutta var edilebiliyordu. Böyle bir
süreçten gelerek ve hızla günlük yaşantının içine yerleşen fotoğraf, duyarlı
yüzey olarak filmin kullanılması nedeniyle, fotoğrafa gönül veren amatörler ve
işleri gereği kullanan profesyonellerin ötesinde geniş kitlelerin yaşamına
bugün olduğu biçimde girememiştir.
İnsanoğlu sahip olduğu gözü ile gerçekleştirdiği görme
eylemi sonrasında, bazı görüntüleri bilinç düzeyine taşırken, birçok görüntü
sadece eylem seviyesinde kalmaktadır. Dolayısıyla insanoğlu görsel malzemeyi
çok çabuk tüketmektedir. Duyarlı yüzey olarak sensöre (duyarkat) geçilmesi
sonrasında dijital teknolojinin sunduğu görüntü, sonuca ulaşmada saniyelere
indirilen süre, insanın görsel tüketme hırsını tatmin ederken, diğer yandan
buna ilişkin kültürlerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların en
heyecanlısı izleme ve gösterme kültürüdür. Fotoğrafın hızla yayılması,
insanların ne yaptığını, nerede olduğunu, nasıl olduğunu gösterme çabasını
artırırken, diğer yandan da gösterilenlerin merakla izlenmesi, insanda geçici
süreli doyumlar sağlamaktadır.
Dijital teknolojinin gelişmesi ile fotoğraf çekme sayısının
artmasına karşın, yaygın olarak kullanılan dijital “pocket” makinalar bile
fotoğraf merakı adına ayrı bir yatırım yapmayı gerektiriyordu. Akıllı
telefonların çıkması, klasik telefon yoluyla yapılabilen sesli iletişimden çok,
internet üzerinden sosyal medya paylaşımlarını ve görsel materyallere dayalı
iletişimi güçlendirmiştir. Sosyal medyanın ana materyali yine bu cihazlar
nedeniyle fotoğraf olmuştur. Cep telefonlarının yaygınlaşması sonrasında SMS
kültürünün sesli harfleri yok etmesi, hızlı iletişim kurma çabasının
göstergesiydi. Akıllı telefonlarla sadece deklanşöre basarak elde edilen
fotoğraf üzerine otomatik olarak yüklenen bazı bilgiler sayesinde iletişim daha
hızlı hale gelmiş ve güçlenmiştir.
Bu telefonlara eklenen ön kameralar, selfi (öz çekim) adı
verilen bir fotoğraf tekniği kültürü yaratmıştır. Bu kültürün ana malzemesi,
deniz kenarında dizlerden itibaren aşağı doğru çekilmiş ayak fotoğraflarından,
tepeden çekilen yemek fotoğraflarından, ‘ben de buradayım’ ifadesini taşıyan
insanlardan oluşan grup fotoğraflarından, kişilerin kendine yakıştırdığı
kalıplaşmış duruş ve ifadeleri içeren; değişmeyen pozisyonlara sahip portre
fotoğraflarından oluşmaktadır.
Diğer yandan güzel bir an, güzel bir durum, güzel bir kare
olarak değerlendirilen her şeyi kadraja alarak fotoğrafçı edasıyla çekilen
fotoğraflar, her olayı bir gazeteci edasıyla fotoğraflamaya veya videoya
çekmeye çalışan tavırlar yaygınlaşmıştır. Bu durum o kadar vahim bir hal
almıştır ki, bir kaza veya olayın en sıcak anında deklanşöre basma eğiliminde
olan ve bundan zevk alan bir kitle oluşmuştur.
Bu noktada fotoğraf nereye gidiyor diye sorduğumuzda;
1. Fotoğraf teknolojisi acaba nereye ulaşacak?
2. Ne olacak bu fotoğrafın hali!
3. Fotoğraf değerini yitiriyor mu?
Sorularını cevaplamaya çalışmak gerekmektedir.
1. Fotoğraf teknolojisi, temel olarak başlangıçtan bugüne
duyarlı yüzey açısından önemli gelişmeler sergilemiştir. Tarihsel sürece
baktığımızda kimyasal solüsyonların sürüldüğü plakalarla başlayan süreç, daha
kolay kullanılabilir ve ışığa karşı daha duyarlı kimyasallar taşıyan filmler
ile ilgili gelişmelerin gerçekleştiğini görmekteyiz. Daha sonra devrim yaratan
ve sensör (duyarkat) adı verilen duyarlı yüzeyin kullanılmaya başlaması, yeni
ve teknolojik bir uğraşı beraberinde getirmiştir. Bir yandan sensör (duyarkat)
boyutu, diğer yandan çözünürlük ve algılama hızı bu yeni teknolojinin uğraş
alanları olmuştur.
Fotoğrafın oluştuğu yer olan duyarlı yüzey, fotoğraf teknolojisinin
değişmeyecek tek unsuru olacaktır. Önce film, bugün sensör (duyarkat), ileride
yerine ne geçer bilinmez ancak, fotoğraf dediğimiz ve ışıkla çizilmiş olanın
var olması için, nesne-ışık-fotoğraf makinesi ve duyarlı yüzey, vazgeçilmez
dört unsur olarak mutlaka olacak, bunlar olmaz ise hangi teknik kullanılırsa
kullanılsın elde edilen görüntü hiçbir zaman fotoğraf olmayacaktır.
2. Ne olacak bu fotoğrafın hali dediğimizde, fotoğrafın,
telefonu olan herkes için basit bir işlem sonrasında elde edebilir olması,
görsel kültür bakımından yeni yaklaşım biçimlerini ortaya koysa da, çok fazla
tüketilen bir materyal olması nedeniyle belli bir doyuma ulaşıldığında, değer
ve değer olmayan fotoğrafların ayrımı bakımından bilinçli bir seçiciliğin
başlayacağı muhakkaktır.
3. Fotoğraf değerini yitiriyor mu? Diye sorduğumuzda
vereceğimiz cevap “HAYIR”dır. Var olanın kanıtı olan fotoğraf, gerçekle
ilişkisi bakımından hiçbir zaman değerini kaybetmeyecektir. Belli bir doyum
seviyesinden sonra, bilinçli seçiciliğin oluşmaya başlaması ile (ki bugün yavaş
yavaş bu eğilimler görülmektedir) estetik ve sanatsal değerler, çekilen
fotoğrafta ve izlenen fotoğrafta aranan değerler arasına girecektir.
Fotoğraf makinesinde ise, bu gün yaygın olarak telefon ve
DSLR makinalar kullanılmaktadır. Telefonların fotoğraf çekmeye yönelik
teknolojilerinin gelişmesi dijital “pocket” makinaların ortadan kalkmasına
neden olmuştur. Kompakt makinelerde var olan aynasız teknolojinin, DSLR
makinelere adapte edilmesiyle farklı bir süreç başlamıştır. Bu tür makinelerin
hafif olması, aynayı hareket ettirecek mekanizmanın ortadan kalkmasıyla, hız
kazanılmasına karşın, optik görüşün dayandığı gerçekliğin ortadan kalkması
nedeniyle keyfe dayalı olarak çıkan rahatsızlık, şu an aynasız makinelerin
geleceği açısından en önemli belirleyici olarak görülmektedir. Ancak aynalı ve
optik vizöre sahip DSLR makineler, SLR makinelerden bu yana süregelen ‘değer’
fotoğraf çekme psikolojisi ve keyfinin itkisiyle vazgeçilmezliğini korumaya
devam etmektedir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Terry Barrett, (Çev. Yeşim Harcanoğlu), Fotoğrafı
Eleştirmek, İstanbul 2009
John Berger, (Çev. Bige Berger), Sanat ve Devrim, İstanbul
2007
John Berger, (Çev. Yurdanur Salman),Görme Biçimleri,
İstanbul 2009
Susan Buck-Morss, (Çev. Ferit Burak Aydar), Görmenin
Diyalektiği
Jonathan Crary, (Çev. Elif Daldeniz), Gözlemcinin
Teknikleri, İstanbul 2004
Mavi Çakmakçı, Fotoğrafın İcadının Resim Sanatına Olan
Etkileri ve Fotogerçeklik, Eskişehir 2007
Levend Çalık, Fotoğraf ve Sinema’nın Toplumsal Tarihi,
Ankara 2008
İhsan Derman, Fotoğraf ve Gerçeklik, İstanbul 2010
Gisele Freund, (Çev. Şule Demirkol), Fotoğraf ve Toplum,
İstanbul 2008
Murat Karagöz, Fotoğraf Neyi Anlatır, İstanbul 2009
Susan Sontag, (Çev. Osman Akınhay), Fotoğraf Üzerine, İstanbul 2005
Yorumlar
Yorum Gönder