SANAT , DİN VE SEMBOL
Phd Dr.Özand Gönülal
GİRİŞ
Sanat ve din, kendi başına var olamayan, varlığının kaynağını insanda bulan iki temel olgudur. Her iki olgunun da insanlık tarihi ile başladığı düşünülmesine karşın, gerçekte insan varlığının içinde bulunduğu evren ile ilişki sürecinde belli farkındalıklara ulaşıp, özellikle doğa ile yaşayarak elde ettiği tecrübeler sonrasında sığınma, iletişim, yönetme amacıyla var ettiği iki temel olgudur. Din ve sanat, insanın varlığına yönelik arayışları olan iki ayrı olgu olmasına rağmen, aralarında köklü bir ilişki vardır. Bu ilişki tarih öncesinde insanın bir şeylere inanmaya ihtiyaç duyduğu andan itibaren başlamıştır. Dolayısıyla tanrılara bir form arama gereksinimi ile başlayan din ve sanat arasındaki ilişki, tanrıları nesnel gerçeklik algısına ulaştırmıştır. Dolayısıyla bu ilişki her ne biçimde olursa olsun, birbirini var etme açısından kendine sürekli yeni olanaklar hazırlamıştır. Her ne kadar birbirinden ayrıymış gibi gözükse de aslında din ve sanat aynı madalyonun iki yüzü gibidir. Her iki olgununda kaynağı İNSAN’ dır. Yani insan varsa “din”, insan varsa “sanat” vardır. Sembollerin hayatın her alanında karşımıza çıkması, insanın sembol üreten, sembolü okuyabilen ve anlayabilen bir canlı olmasından kaynaklanmaktadır. Sembol uzak olan soyut âlemi insana yakınlaştırır. Sembol, somut ve soyut arasındaki geçişgenliği sağlayan en iyi ara form olarak olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü sembolizm somut olanla soyut olarak işaret edileni birleştirir. Sembollerin diğer bir özelliği gerçekliğin bize kapalı kalan yönlerini açmasıdır. Çünkü sembol genel olarak hayatın ve tabiatın sunduğundan daha fazla olan bir şeyi açığa vurur. Sembolizm; sembollerle anlatma işlemi veya anlatım aracı olarak sembolleri kullanma; olayları yorumlamaya ve inançları dile getirmeye yarayan semboller sistemidir.
Sanat’ın ne olduğunu ifade etmek, oldukça zordur. Aslında bu soru insanlık tarihi kadar eski bir soru değildir. Sadece 2500 yıl öncesine dayanan bir geçmişi vardır. Mağara duvarına resim yapanın, toprak kapların üstüne şekiller çizenin, Mısır’daki piramitleri yapanın, Yunan vazolarını resimleyenlerin, disk atan atlet heykelini yapanın sorunu değildir. Aslında Leonardo da Vinci’nin, Rembrant’ın da sorunu değildir. Diğer yandan Duchamp’ın, post modern anlayışla yaratma sürecine girenin ya da atölyesinde resim ya da heykel yapanında sorunu değildir ve olmamalıdır.
Sanat nedir sorusu, önce filozofların temel sorunu olmalıdır, öyle de olmuştur. Bir çok filozofun özellikle evrenin yaratılmasına ilişkin fikirleri, sanat sorusunun cevabını bulmak adına temel oluşturmuştur. Platon sanatı tanımlarken evrendeki varlıkların yansıması olarak açıklamaya çalışmıştır. Aristo ise sanatı taklit olarak açıklamayı uygun bulmuştur. Daha sonraki dönemlerde ise diğer filozoflar, sosyologlar, psikologlar ve sanat tarihçileri sanatı tanımlamaya çalışmışlardır. Aslında olması gereken tanımdan önce, neyin sanat olduğu ve sanatın niye var olduğu sorunsalının çözümüdür. Dolayısıyla sanat ne bir nesne adıdır ne de bir tekniğin adıdır. Sanat bir olgudur. Böyle olunca nesneden hareketle yaptığımız adlandırmalar, yani resim sanatı, heykel sanatı, seramik sanatı, fotoğraf sanatı v.b ifadeler yanlıştır. Bunlar, olgu olan sanatı nesnelleştirme tehlikesi ile karşı karşıya bırakır. Bu konuda birçok filozof ve sanat tarihçisinin farklı ifadeleri bulunmaktadır. Bazıları görselden, bazıları duyusaldan hareket ederek sanat sınıflamasına girişmişlerdir. Toplumun sanat olgusu ile ifade edileni tanıma gereksinimi vardır. Çünkü toplum belli temel değerlerini oluştururken sanat olgusundan faydalanma zorunluluğu hissetmektedir. Bu sayede estetik değerlerini belirleyecek ve değer olanı yaşamına dahil edecektir. Böylece yaşamsal kaliteyi yakalayabilecektir.
Sanat, insanın yüksek benliğini devingen bir süreç sonrasında bir başka boyutta var etmesidir. İnsanın yüksek benliği Nietzsche ve Freud’un belirttiği benlik kavramlarından farklı olarak, fark ediş boyutudur. Bu fark ediş, var edildiğinde gerçekleşmektedir. Her insanın bu fark edişi yaşayabilmesi şüphelidir. Yaşanan devingen süreç devinim dışında bir özelliğe sahiptir. Sanata ilişkin yaratma sürecine giren kişi, bu yaşantısı içinde bazen tasarladığının dışında kontrol edemediği birçok faaliyeti gerçekleştirmektedir. İşte bu tür faaliyetler sonrasında yüksek benlik başka bir boyutta var olmaktadır. Bu başka boyutlar ise, yüzeydir, hacimdir, sestir, sözdür ve mim’dir. Yani sanata ilişkin yaratma sürecine giren kişi kendi tercihleri doğrultusunda, yüksek benliğini yüzeyde var edebilir, hacimle var edebilir, sesle var edebilir, sözle var edebilir ya da mimle var edebilir. Eğer yüzeyde var etmeyi tercih etmişse bu sürecin sonunda bir resim ya da fotoğraf ortaya çıkar. Hacimle var etmişse ya bir heykel ortaya çıkar ya da mimari bir yapı ortaya çıkar. Sesle var ederse bir müzik eseri, sözle var ederse bir edebi eser, mimle var etmişse de oyunculuğa ilişkin bir karakter tanımlaması ortaya çıkmaktadır. Sonuçta insan varlığının dışında, bir başka boyutta var edilen sanat dediğimiz olgu, bir yaşantı sürecidir. Bu yaşanmışlığın delili sanat eserinde ortaya çıkar. Ortaya çıkan eseri oluşturan unsurların özellikleri ve unsurların birbirleriyle ilişkileri o yaşanmışlığı ifade eder. Yüksek benliği yüzeyde var etmek için yaşanan sürece ait yaşanmışlığın ifadesini resim ya da fotoğrafı oluşturan unsurlardır ki, bunlar temel olarak lekeler ve biçimlerle anlam kazanan sembollerdir. Bunların bir araya geliş dinamiğini oluşturan kompozisyon, tüm bu yaşanmışlığın ifadesini ortaya koymaktadır. Böylece sanat; yüzeyde sanat, hacimle sanat, sesle sanat, sözle sanat ve mimle sanat olmak üzere beş temel ayrımla anlaşılır hale gelmektedir. Ancak sanat olgusunun sadece sanata ilişkin yaratma sürecine giren kişinin yaşanmışlığına dayanarak ifade edilmesi büyük bir eksikliği de beraberinde getirmektedir. Çünkü yaratma süreci sonunda ortaya çıkan eser, izleyen tarafından da onun yaşamına dahil olmaktadır. SEMBOL, sanat eserinin sahip olduğu unsurların özellikleri ve onu işleyenin yaşamsal boyutunda da tetikleyici görevler üstlenmektedir. Ancak yaşamsal ifade açısından basit bir boyutu ortaya koymasına karşın algılama açısından üst dilin ifadesinde yerini almaktadır. Fakat bir tabu değildir.
Din,
insanı mutlu kılabilmek için yine insanın kendisine görev ve sorumluluklar
yükler. İnsana yüklediği bu sorumluluklar; insanın yaratılış amacını
gerçekleştirmesine, onun yaratıcısıyla, kendisiyle ve toplumla barışık olarak
yaşamasına, doğuştan getirdiği yeteneklerini geliştirmesine, aklını ve özgür
iradesini kullanarak iyi bir insan olmasına, yararlı işler yapmasına katkıda
bulunur. Din, insanın kutsalla ilişkilerine dayanan içsel bir yaşayış olmanın
yanında, bir anlam ve anlamlandırma sistemidir. Din, tüm varoluşu ele alıp
yorumlayan; varoluşun bilinmeyen pek çok yönünü, sunduğu akılla kavranılabilir
nitelikteki cevaplarla açıklığa kavuşturup anlamlandıran eşsiz bir sistemdir. Aynı zamanda din, “insan
ilişkilerini, insan tutum ve davranışlarını, toplumsal hayatı belirleyen temel
yapılardan biridir” Din kaynak aldığı Tanrı gücüyle bireyi kendisinden de korumaktadır. Birey
sahip olduğu yapı nedeniyle histerik ve egoist bir varlık olarak kendi çıkarı
çerçevesinde toplumun diğer bireylerine, kendi dışındaki canlılara ve
minerallere zarar verebilecek özelliğe sahiptir. Bazı anlarda da kendisine
zarar verme aşamasına gelebilecek özelliktedir. Tüm bu nedenlerden dolayı
bireyi yalnız kaldığı anlarda kendisinden koruyacak bir güç ve sistemdir tanrı
ve din. Din konusuna geri dönecek
olursak; ilkel toplumlarda korkulan bir şeyden korunma veya onu savma, merak,
güç gösterisi, av bereketi veya kutlama vs. amaçlı olan dans figürlerinin
yapıldığı ritüellerle kendini gösteren ruhani boyut, daha sonra yerini antik
dönemin çok tanrılı dinlerine ve ondan sonra da tek tanrılı dinlere bırakacaktır.
Genellikle dinler, toplum üzerinde belirgin bir güç elde ettiği için diğer
kurumları da etkilemiştir ve böylelikle bir otorite aracı olarak yönetim
biçimlerine de dönüşmüşlerdir. Bazı zamanlarda din ve din kurumları otorite
üzerinde egemenlik kurarken, bazı zamanlarda otorite, din kurumları üzerinde
egemenlik kurmuştur. Yani her iki şekilde de toplum bireylerini yönetebilecek
araç haline dönüşmüştür. Din, sosyalleştirici yönü ile toplumsal bir bütünlük
sağlar; ortak hareket etmeye yönlendiren, varoluşunu anlamlandıran, ait olma
gereksinimini doyuran ve güven hissini yaşatan yanıyla bir kurum olarak
insanların yaşamına, insanın birtakım kurallar ve değerlerle yaşaması için
belli ölçütler getirir.
Sanat ile Kutsal arasındaki ilişkiyi ancak “sanat niçin vardır” sorusunun cevabını ararken kurabiliriz. Dolayısıyla sanatın nasıl var olduğundan öte niçin var olduğunun üzerinde durmak gerekir. Bu türden sorular sanatçının çok da umurunda olmayabilir. Sanatçı, yaptığı işi niçin yaptığının ya da anlamının ne olduğu üzerinde durmayabilir, bunu fazlaca teorik bulabilir. Onun için önemli olan somut olan sanat eseridir, o sanatını icra eder, yani sadece yapar. Aynı şey dindar için de, ahlak kahramanı için de söz konusudur, ikisi de sadece inandığını ya da vicdanının söylediğini yapar. Ancak felsefi açıdan bakacak olursak, her şeyin olduğu gibi sanatın da ontolojik temelini sormak zorundayız. Sanat, hayatı anlamlandıran faaliyetlerden biridir. Bu bağlamda din neden varsa, sanat da o yüzden vardır, Sanat da tıpkı din gibi tinsel bir faaliyettir. Sanat ve din birer olgudur. İnsan varsa vardır, insan yoksa yoktur. Doğrudan insan varlığı ile ilişkili, onunla birlikte var olan iki ayrı olgudur. Zaman zaman her iki olgu da insan varlığının ortaya çıkışı ile ilişkilendirilir. Ancak her iki olguda da gerçek olan, bir fark edişin ifadesi olmalarıdır. Mağaraların kuytu köşelerinde bulunan resimler dinsel nitelikle açıklanmaya çalışılmıştır. Ön Asya ve Mezopotamya’dan Mısır’a, Yunanistan’dan Orta Çağ Avrupa’sına ve İslam kültürüne kadar insan varlığının dine ilişkin gereklilikleri, onu resim, heykel ya da mimari eserler vermeye yönlendirmiştir. Bu ilişki çerçevesinde, insan varlığının yaşamsal süreci içerisinde farklı dönem ve dinsel yaşantıların doğrudan yaratı sürecine etkisi söz konusudur. Antik Yunan döneminde, klasik üslupta dinsel niteliğin yaratma süreçleri üzerinde etkisinin yoğun bir şekilde hissedildiği görülmektedir. Antik Yunan toplumu, tanrılarına insan biçimini değer görmüşlerdir. Özellikle on iki büyük tanrının resim ya da heykel olarak yapılan betimlemeleri insan formundadır. Dolayısıyla yunanlı heykeltıraşlar tanrılarına layık gördükleri insan biçiminin ideal formunu yapmak zorunluluğu hissetmişler ve altın oran adıyla anılan sistemi ortaya koymuşlardır. Bu buluşun kaynağı dönemin din anlayışıdır ve akademik sanat eğitiminin temelini oluşturmuştur. Diğer yandan Hıristiyanlığın ilk ortaya çıkmasıyla birlikte resim, dinsel öğretileri aktarmak için araç olarak seçilmiştir. Roma İmparatorluğu içinde gelişen Hıristiyanlığın ilk toplanma ve ibadet mekanlarından katakomblarda bulunan resimlerde İncil’den alınan konular betimlenmiştir. Bu uygulama Bizans Döneminde de devam etmiştir. Bizans İmparatorluğu içinde 8.yüzyılda İkonoklasmus (ikonokırıcılık) dönemi yaşanmıştır. Bunun nedeni Hıristiyan halkının ikonalara verdiği aşırı önemden kaynaklanmıştır. Hıristiyan halkı, ikonalarda betimlenen aziz ve azizeleri dinin temel değerlerinin önüne geçirmiş, bunun sonucunda da İmparator III.Leon çok tanrılı dine yönelme tehlikesiyle karşı karşıya kaldıklarının korkusunu yaşamış ve bunun üzerine ikonalar, dolayısıyla tasvir yasaklanmıştır.
Ortaçağ
Avrupa’sında skolastik felsefe etkisinde biçimlenmiş Hıristiyanlık dini, bu
dönemde inşa edilmiş katedraller, ve mimariye bağımlı olarak yapılan resimler
ve heykel uygulamalarında etkili olmuştur. Tanrıya ulaşma isteği, yapıların
gökyüzüne doğru yükselmesine neden olurken, geliştirilen mimari teknikler
sayesinde cephelere açılan pencerelerin sayısının artmasıyla mekan içinde artan
ışık, yine ritüelin gereksinimi sonucunda pencerelerin vitraylarla kaplanarak
mistik bir ortamın yaratılması sağlanmıştır. Yapılan yüksek yapıların yanı sıra
yükseklik vurgusu, yapı cephelerine yapılan kabartma figürlerin oranlarının
farklılaşmasında da önemli bir etken olmuştur. İslam kültüründe ise, dine ilişkin söylemler suret yapmayı
yasaklamıştır. Bu nedenle İslam’da tasvir yasaklanmış ve bunun etkisiyle İslam
ülkelerinde batılı anlamda resim ve heykel uygulaması gelişememiştir. Ancak
tasvir yasağı insanoğlunun yaratma süreçleri üzerinde yeterince etkili
olamamıştır. İnsanoğlu yüksek benliğini farklı boyutlarda yaratmaya çalışarak;
minyatür, halı, çini gibi alanlarda üretimlerde bulunmuştur. Tasvir yasağı
sayesinde “el sanatları” olarak anılan alanda yoğun çalışmalar sergilenmiştir.
Sanat, insanın hem trajik
varoluşunun hem de yaratıcı hayal gücü sahibi olan otantik bir varlık olmasının
zorunlu bir sonucudur. Tanrı’nın varlığı hakkındaki delillerden teolojik delil,
aslında sanatın da üzerinde durduğu anahtar kavramlar olan, “uyum”, “denge”,
“orantı”, “harmoni”, “simetri”, “ritm” gibi estetik kavramlara dikkat çekerek
Tanrı’nın varlığı fikrine gitmek istemektedir. Bazı görüşlerin ifadesine göre, İnsanın yaratıcılığı
Tanrı’nın yaratıcılığının bir aynasıdır. Sanatı üreten hayal gücü insanın yaratıcı
birey olduğunun bir göstergesidir. Tanrı mutlak yaratıcıdır, insan ise
Tanrı’nın kendisine verdiği şeyden bir şey yaratır. Birey, sanat yardımıyla kendi
dışındaki dünyanın ve toplumun varlığının farkını kavrayacak ve sanat eserleri
yardımıyla nesnel bir alan oluşturacaktır. Bu nedenle de kendinden ötede
bulunan başka bir âlemin bir parçası olmaya çalışacaktır. Aslında sanatçı yüksek benliğini bir başka
boyut olarak belirttiğimiz nesnel alanlarda var ederek , sanat olgusunun
varlığının farkındalığını yaratmaktadır. Bu aşama da geçtiğimiz yüzyılın en
önemli tartışması olan “sanat sanat için mi? Toplum için mi?” sorularının karşılığını
bulma çabasına değinmek gerekmektedir. Bu tartışmanın ortaya çıkmasındaki neden,
sanatın bir olgu olarak kavranılması eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü
insan, sanat olgusunu resim heykel gibi nesnelerle özdeşik bir algıyı
içselleştirmiştir. Bu nedeni de insan varlığının soyut boyutta olanı kavrama
zorluğundan kaynaklanmaktadır. Din olgusuyla
sanat olgusunun yakın temasta olmasının nedeni de budur. İnsan varlığı
Tanrı olarak kabul ettiğini, sanatçının sembol olarak biçimlendirdiği
nesnelerle yaşamına dahil etmiştir. Ancak burada sanat ve ustalık kavramlarının
karşılığı değerlerin ayrılması gerekmektedir. Örneğin yunan klasik döneminde
Tanrı Zeus’u sembolize eden bir erkek heykelinin mükemmel tasarımı, sanata
ilişkin yaratma sürecine giren bir insanın sanat eseri değil, heykel yapma
konusunda yetenekli ve başarılı bir insanın ustalık eseridir. Çünkü sanatçı ile
heykeltıraş olarak nitelenen bireylerin nitelikleri aynı değildir. Tanrı
heykeli yapan heykeltıraş toplum için gerekli sembolü o nesnede tasarlamak
zorundadır. Sanata ilişkin yaratma sürecine giren birey ise farkındalığa ulaştığı
yüksek benliğini nesnel boyutta var ederek, herhangi bir zorunluluğa ya da
kısıtlamaya tabi olmadan yaratma sürecinin kendisinde bıraktığı tatminin
keyfini çıkarır. Bu aşama da şunu vurgulamak gerekir. Bir heykeltıraş ya da
ressam sanatçı niteliği kazanabilir. Ancak her heykeltıraş ya da ressam sanatçı
değildir.
Sanatsal bir eserde biçimle öz
arasında vazgeçilmez bir ilişki vardır. Ancak, zaman zaman biçimle özün
bütünlüğünü bozan bazı durumlar ortaya çıkmaktadır. Kimi zaman öz ağırlık
kazanmakta, kimi zaman ise biçim bütünüyle egemen hale getirilmektedir. Sanat,
evrenselliği pek çok alandan daha fazla olan bir alan olarak görülmelidir. Bu
bağlamda, sanatsal ürünlerin herhangi bir ideolojik yaklaşım ve “izm”
çerçevesinde ele alınması ve bu şekilde sınıfsal bir kategoriye göre
değerlendirilmesi, doğru sonucu yansıtmaktan uzak kalacaktır
Sanat eserlerinin salt bir bilgi
objesi olarak görülmesi doğru değildir. Sanat eserini ortaya koyan sanatçının
bireysel yaklaşımlarını aksettirdiği eserin, objektif bir bilgi sunmaması bunun
en temel nedenidir. Dolayısıyla sadece bilimsel bir bakışla bir eserin
değerlendirilmeye çalışılması, öznelliği ortadan kaldıracaktır. Şunu da
belirtmek gerekir ki, nesnellik ve öznellik kavramlarının genel anlamda
kullanımını bütünüyle sanatsal eserleri için de kullanmak her zaman geçerli bir
ifade ortaya koymayabilir. Örneğin, dinlenilen müzik eserinden, her
dinleyicinin farklı anlamlar çıkarması veya bu müziğin dinleyici üzerinde
farklı etkiler bırakması inkâr edilemez.
Tarih içerisinde sanat ile dinin özdeş alanlarmış gibi incelenmesine yönelik bazı değerlendirmelerin de yapıldığı görülmektedir. Bu değerlendirme her şeyden önce, sanatın dine indirgenmesi sonucunu doğuracaktır. Hâlbuki “sanatın ölçütü insan, dinin ölçütü Tanrı‟dır”. Sanat, her ne kadar somut eserlerle ifade edilen bir alan olsa da, sübjektif yönü çok fazla olan bir yapıya sahiptir. Din, sanatın hem formuna, hem içeriğine, hem de sanat türlerinden bir kısmının ön planda, diğer bir kısmının ise arka planda tutulmasına etki eder. Bu nedenle sanat ve dinin en büyük uzlaşım noktasının, öz ve biçime yönelik değerlendirmeleri olduğu söylenebilir.
İnsanların, tarih boyunca,
sayılardan renklere, hayvanlardan diğer doğa unsurlarına, bina ve anıtlardan
müzikal öğelere kadar pek çok sembolik unsurdan yararlandıklarını görmekteyiz. Semboller
tüm insanlar için geliştirilmiştir. Çünkü tüm insanlar düşüncelerini,
duygularını ve hissettiklerini başkalarıyla paylaşma arzusunu taşımaktadır. Bir
insanın sahip olduğu duygu, düşünce ve ruhsal haller, diğer insanlarda da
benzer bir biçimde vardır. Sahip oldukları bu ortak özellikleri sayesinde,
sembol dilini kullanabilmekte ve bu yolla anlaşabilmektedirler. İşte bundan
dolayı, sembolik dil, bütün insanlar tarafından paylaşılabilme özelliğine
sahiptir. Yani evrensel niteliğe sahiptir. Bu bağlamda, çeşitli metafizik
hususların aktarımında sembollerden yararlanılmasının temel amacının, soyut
olan hususun somutlaştırılarak bir başkasına aktarımının daha kolay olması ve
anlatılanın gerçek değerinin semboller kullanılmaksızın yeterince yankı
bulamayacağının düşünülmesi olduğu söylenebilir.
İlk
çağlardan bu yana yönelinen temel formlar aynı zamanda her dönemde farklı
anlamları içermekte, form ve anlam birlikte, birbirinden ayrılamaz bir bütünde
gelişim göstermektedir. Doğaya sıkıca bağlanış ve benzetme olgusu uzun
yüzyıllar resim sanatının da temeli olmuştur.
Sembollerin hayatın her anında
karşımıza çıkması, onların etkisini ve önemini göstermektedir. İnsanın
semboller kullanmasının nedeni yine insanın sembol üretme özelliği olarak kabul
edilebilir. Yani hayatın her alanında sembolün karşımıza çıkması sembollerin
kendisinden değil, insanın sembol üreten, sembolü okuyabilen ve anlayabilen bir
canlı olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı durum dinî semboller için de
geçerlidir. Dinin muhatabının insan olduğu düşünüldüğünde sade anlatımın kimi
manaları aktarmada yavaş veya yetersiz kalması, insanın sembollerle anlatılmak
isteneni daha iyi anlaması hemen her alanda sembollerin kullanılmasını
getirmiştir.
Sembol, bireyin veya toplumun
duygusal yaşantısını dolaysız bir anlatım yerine, simgelerle yüklü ve üstü
kapalı bir dille dışa vurması olarak ifade edilebilir. Dolayısıyla sembolizmi, insanların
düşünme ve hissetme biçimi, onun bilinç ve şuurunu kullanarak sorgulama yoluyla
elde etmiş olduğu bazı unsurları, inançları, dikkate alarak işlev gören
değerler şeklinde tanımlamak mümkündür.
Din ve sanat alanın da, bireyin
algısının değer kazanması noktasında, onun daha esnek bir tavır sergilemesine
yardımcı olmaları bakımından zaman zaman sembolik anlatıma önem vermektedirler.
Dil, mit, sanat ve bilimsel
bilginin tümü E.Cassirer tarafından «sembolik biçimler» olarak adlandırılır. O,
orijinal olarak yaratıcı bir gücün herhangi bir bilginin içsel olarak doğasında
olduğunu iddia eder. Bu, bilgi için olduğu kadar sanat, mitos ve din için de
geçerlidir. Sembol, duyularla algılanabilir görünüş ile duyular üstü
anlamın örtüşmesidir. Semboller
gizemli olmakla birlikte tüm insanlara aynı dilde hitap eden, anlatmak istediği
şeyi en sade ve en doğal şekilde ifade eden işaretlerdir. Semboller gizemlidir
ve gizemli olan, bilinmeyen olağanüstü güce sahip olan olarak görülmüştür.
Sembollerin anlaşılabilmesi veya doğru okunabilmesi için ait olduğu kültürel
sürecin bilinmesi gerekmektedir.
Sembollerden hareketle, evrensel
bir din anlayışının ortaya konulmaya çalışılması da yanlış bir yaklaşımdır.
Çünkü sembolün, literal (değişmez) olanı aşan bir boyutu olmakla birlikte, onun
doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için açıklanması gerekmektedir. Bu açıklama
da, sembolün kullanıldığı kültür veya dinden bütünüyle bağımsız bir şekilde
gerçekleşemez ve bağlamından kopuk bir sembolizm kesinlikle söz konusu olamaz.
Din ve sanat, sembolun en yoğun
kullanıldığı alanlardır. Sembol her iki alan için vazgeçilmezdir ve dışa vurum
aracıdır. Semboller soyutu kavramakta zorluk çeken insan varlığı için, soyut boyutta var olanların
nesnel hale gelmesini sağlayarak insanoğlunun kavramasını sağlar.
İnsanların düşüncesinde semboller çok geniş
bir yer tutar. İnsanlardan aşagı seviyede
olan hayvanlar bile bir takım işaretlerle egitilmekte
ve o işaretleri anlamaktadırlar. Semboller sayesinde, insan, hayal
edilebilen bir dünyayı dahi gerçekmiş gibi algılayabilir.Buna göre diyebiliriz ki;
sembol, nesnellik aracılığıyla kökleri
aramızda olan soyut-manevi gerçek basamaklarına ve içeriklerin eşikIerine yaklaşma imkanını sağlar. Yani gerçekleri yakalamamızda bize bir merdiven basamağı görevi yapar. Bir bakıma insanın düşünce ve inanma olayının önüne farklı, aynı zamanda sezgi yönü güçlü olan alternatifler sunan semboller, bu özellikleri ile insanların önüne şefaf bir dünya getirirler. Sembol sadece din ve sanatla değil, bilim ve ahlaklada ayrılmaz birliktelik içindedir. İnsan varoldukça semboller olmaya devam edecek ve sembolizm, sembollerle anlatma işlevi veya anlatım aracı olarak olayları yorumlamaya ve inançları dile getirmeye yarayan semboller sistemi olarak görevini sürdürmeye devam edecektir. Yeni-Platonculuk neredeyse tümüyle yüksek metafizik sorularla ilgilidir. En eski medeniyetlerden beri ritüellerin, sembollerin, dini ve felsefi benzetmelerin içinde gizlenen çok önemli ve gizli bir öğretinin varlığını kabul etmiştir. Gizem okullarının dili, sembollerdir. Aslına bakılırsa sadece mistisizmin veya felsefenin dili değil, bütün doğanın dili semboldür. Çünkü evrensel süreçlerde hakim olan bütün yasalar ve güçler, kendini sembol aracılığıyla sınırlı bir anlamda insanın algısına sunar. Çeşitli varlık katmanlarında var olan her form, onu üreten ilahi eylemin sembolüdür. İnsanlık, dilin sınırlarını aşan düşünceleri semboller aracılığıyla anlatmaya çalışmıştır.
A Dictionary of
Symbols, Second edition. 1971
Aster ,Ernst Von.
Felsefe Tarihi İlkçağ ve Ortaçağ, çev. Vural Okur, Ankara 1949
Atasagun,Galip.”Sembol
ve Sembolizm”,Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S.7 Konya, 1997
Aydın, Mehmet.
Dinler Tarihine Giriş, Konya 2008
Aydın, Mehmet. S.
Din Felsefesi. İzmir, 2019)
Bayley,Harold. The
Lost Language of Symbolısm,New York 1952
Bergman, Ingmar.
İmgeler, Çeviri: Gökçin Taşkın, İstanbul,1999
Black , Jeremy and
Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia, An Illustrated Dictionary,Illustrations
by Tessa Rickards,London 2003
Bloch,Ernst.
Ronesans Felsefesi Uzerine, çev. Husen Portakal, İstanbul,2002
Cassier, Ernst.
Sembol ve Kavramının Doğası,Türkçesi. Çev.Milay KÖKTÜRK,Ankara 2011
Cassier,Ernst.
İnsan Üstüne Bir Deneme, İstanbul,1980
Cassier,Ernst.
Sembol Kavramının Doğası, Ankara 2011
Cassier,Ernst.
Sembolik Formlar Felsefesi, 1,2,3, Çev.Milay KÖKTÜRK, Ankara 2005
Csıkszent , Mıhaly
and Eugene Rochberg,The meaning of things Domestic symbols and the self,
Cambridge, 1981
Çiftçi, Köksal.
Tek tanrılı Dinlerde Resim ve Heykel Sorunu,İstanbul,2008
Dinç, Ömer .
"Burhanettin Tatar, Din, İlim ve Sanatta Hermenötik". 203-207 ,Hitit
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13 / 26 , Çorum, 2015
Eliade,Mircea.
İmgeler ve Simgeler, çev. M. Ali Kılıçbay, Ankara, 1992,
Ellwood,W.
Post,Saınts,Sıgn and Symbols ,Second Edıtıon,London 1999
Ersoy, Necmettin.
Semboller ve yorumları,İstanbul,2000
Ersoy,Necmeddin.
Semboller ve Yorumlari,1-2, İstanbul,2000
Ferber, Michael. A
Dictionary of Literary Symbols,Second edition,New York, 2007
Freud,Sigmund.
Dinin Kökenleri,Türkçesi Selçuk Budak, Ankara 1999
Fromm, Erich.
Rüyalar, Masallar, Mitoslar, çev. Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, İstanbul, 1997.
Frutiger, Adrian.
Signs and Symbols Their Design and Meaning, Translated by Andrew Bluhm,
Dreieich, West Germany,1928
Gadamer,Hans-Georg.
Hakikat ve Yöntem, 1. Cilt Türkçesi: Hüsamettin Arslan ve İsmail Yavuzcan Istanbul 2008
Girard,René.
Kültürün Kökenleri,(1923)
Gönülal, Özand.
Sanat Nedir, https://www.academia.edu/17820787
Gönülal, Özand.
Sanata İlişkin Yaratma ve Din İlişkisi, https://www.academia.edu/17820956
Gönülal, Özand.
Sanatın Doğuşu, https://www.academia.edu/17822860/
Güvenç,Bozkurt.
İnsan ve Kültür,İstanbul,1979
Hall,Manly P. Tüm
Çağların Gizli Öğretileri,İstanbul 2008
Hall, James.
Dictionary of Subjects and Symbols in Art,Newyork 1974
Has,Kenan.
Sembolizm ve Haç, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2005
Hauser, Arnold.
Sanatın Toplumsal Tarihi, Çeviren:Yıldız Gölönü,İstanbul,1984
Ilgıcıoğlu,Tarık
Necati. Sembolik Mantık, Eskişehir,2013
Irwin Edman, Sanat
ve İnsan, ÇevirenTurhan Oğuzkan, İstanbul, 1991
Jung,Cari G. İnsan
ve Sembolleri,Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu, İstanbul,2007
Lowenhaupt ,
Belinda. The Development and Evaluation of Effective Symbol Signs, Washington,
1982
MacBean, Andrea
Caresse. Art and Symbolism,Liberty University,2013
Muraz, Özlem.
“Çağdaş Batı Sanatı ve Din İlişkisi Üzerine, 24-34, Socrates Journal of
Interdisciplinary Social Studies, C.9, S,27, 2023
Neves,
Marcelc.Symbolische Kenstituticnalisierung, Berlin,1998
Nozedar, Adele.
The Element Encyclopedia of Secret Signs and Symbols
Şentürk,
Selahattin Yakut. “Hayatın Anlamı ve Din”, Süleyman Demirel Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi Yıl: 2014/2, Sayı: 33 Isparta,2014/2
Tatar,
Burhanettin. Din, İlim ve Sanatta Hermenötik, İstanbul, 2014
Uyovwirume,
Philomina. Art Symbols as means of Communicating Religious Concepts in Urhubo
Tradıtıonal Socety, Uluslararası Sosyal Arastırmalar Dergisi Cilt: 6 Sayı:
27,2013
Wilkinson,Kathryn.
Semboller ve İşaretler, İstanbul 2011
Zen ,F.
Semboller-İnsan Tohumu, İstanbul,2013
Yorumlar
Yorum Gönder